Ben o lunaparktan çıktım, gittim ben
Bu cümleyle birlikte sadece Tuna değil, hepimiz asılı kaldığımız o salıncaktan düştük sanki. Çektiği aşk acısıyla, çaresizlikle, yalnızlıkla mücadele etmeye çalışan Tuna'nın hayatla bağını koparacak kadar net, soğuk ve umursamaz bir cümleydi bu. Evet, Deniz -Tuna'nın artık dışında kaldığı- aşk hayatındaki sıkıntılarla çok zor günler geçiriyor. Kendisinin de söylediği gibi üzerinde çok yük var ve bunlarla boğuşmaktan yorgun. Ama kendisinin bile görüntüsünden, halinden işkillenip "İyi misin sen" diye sorduğu Tuna'nın her şeye rağmen, hâlâ ona son bir umutla gelip kendisini düşmekten kurtarmasını istemesinden söz ediyoruz. 'Tuna ve Maykıl'ın Tuna'sından! Deniz'in ne zaman ihtiyacı olsa her zaman yanında olan, onun için her şeyi yapan, onu herkese karşı savunan, ihtiyacı olan özgüveni ona sağlamak için desteğini hiç esirgemeyen, hatta fiziksel olarak hayatını da kurtarmış olan Tuna'dan söz ediyoruz. Bir ilişkide aşk yoksa, yoktur; bu 'mış' gibi yapılabilecek bir şey değil. Deniz de Tuna'nın gönlü olsun diye ona umut verecek değil elbette ama aralarındaki dostluğun ve Tuna'nın 'bunları hiç hak etmeyen' bir adam oluşunun hatrına (Seninle uğraşamayacağım artık der gibi bir tavırla çekip gitmek yerine) keşke biraz daha fazla umursasaydı Deniz onun çektiği acıyı.
Geçen bölümde Deniz ve Yiğit yüzleşmesinin, hiçbir kelimesini atmaya kıyamayıp hepsini alıntılamıştım. Şimdi sıra Tuna da. Yaşadığı çaresizliği daha iyi ve daha Tuna'ca tarif edemezdi herhalde:
Tuna: Seninle beraber olmak bir lunaparktan içeri girmek gibi.
Ben o lunaparktan içeri girdim. Sonra en fena sallanan salıncağa bindim. Ben artık o salıncaktan düşmemeye çalışan bir çocuktum ve tek elimle tutunuyordum. Ben o salıncaktan inmek istemiyorum. Şimdi senden.. ricası olmaz; sana sorum şu: Benim için o salıncağın durdurma düğmesine basar mısın? Basamam diyorsan, bunu bana söyle, son anlarımı mutlu mesut geçireyim, sonra düşeyim.
Deniz: Ben o lunaparktan çıktım, gittim ben.
Deniz aslında Tuna'ya olumsuz cevap vererek doğru olanı yaptı; ama yanlış zamanda... Tuna'nın ilgisini ilk fark ettiğinde yapmalıydı bunu. Oysa aksine, Yiğit'ten uzak durabilmek için, Tuna'nın kendisine ne kadar aşık olduğunu bile bile ona gidip bu lişkiyi denemek istediğini söyledi. Tuna'nın onunla kurduğu gelecek hayallerine ortak oldu (Sahi e oldu o küçük karavana?). Hatta o ilişkiyi sürdürmek için gerçekten uğraştı da; aslında Yiğit'i seviyorken... Tuna başkasına aşık olduğunu bildiği bir insanla ilişkiye başlamamalıydı, Deniz kendi bunalımından çıkmak için başkasının aşkını kullanmamalıydı. Tuna'nın şu anda yaşadığı sıkıntı çok büyük ve giddikçe daha da içinden çıkılmaz bir hal almıyor olsaydı eğer, karşılıklı hatarlar yapılmış ve bitmiş bir ilişki gözüyle bakabilirdim buna. Oysa şimdi Tuna şizofreni başlangıcıyla Maykıl'ının peşinde caddelerde dolanıyor ve arabaların altında kalıyor. Bu durum o kadar da masum görünmüyor artık.
Aslında uzun uzun Yiğit ve Deniz'in ilişkilerini tamire çalışmalarından, Yiğit'in Deniz'i düşünerek geçirdiği çocukluk anılarından (O sıcak çikolata anısı ne sevimliydi öyle), birbirlerine yeniden güvenmeye başlamalarından, birlikte geçirdikleri zamanın sevimliliğinden ve günün sonunda yeniden aynı duvara toslamalarından söz edecektim ama Tuna'nın o salıncaktan düşmesiyle diğer her şey önemini yitirdi; silindi gitti. Yine de -Tuna'nın durumunun beni soktuğu olumsuz ruh halinin verdiği gayretle- bölümde beni rahatsız eden bir konudan söz edeyim.
Yiğit'in haksız ithamından söz ediyorum. Güven oyununun hemen ardından yaşanan "Sen korkaksın Deniz Aslan! Beni sevdiğini bir kişiye bile söyleyemiyorsun" ithamı çok haksızdı. Yiğit'in Deniz'in karakteriyle ilgili yaptığı yorumlarda doğruluk payı vardı. İrem'e de Tuna'ya da, onları kırmamak ya da kaybetmemek için hayır diyemiyor ya da gerçek hislerini açıklayamıyor. Ama Yiğit'in "Beni sevdiğini bir kişiye bile söyleyecek cesaret yok" dediği Deniz, daha iki bölüm önce olaylı akşam yemeğinde, bütün tanıdıklarının önünde Yiğit'e gerçek kimliğini açıklayıp onu sevdiğini söylemedi mi? (Hatta bu yaptığı üzerine annesi Deniz'in en cesur olarak adlandırmıştı). Bu cesaret konusu da tıpkı "Ben senin için ölürdüm, hiç düşünmeden canımı verirdim. Sen ölür müydün? Benim için ölüme atar mıydın kendini, ha? HA?" konuşması gibi bir amaç uğruna sokuşturulduğu belli zorlama bir tartışmaydı. Gerçi o "korkaksın" zorlama iddiasının neye hizmet ettiği de tam belli değil. Tuna'nın Deniz'in ilan-ı aşkını bir de televizyonda görmesi için mi? Tuna'nın kabusu o olaydan sonra zirve yaptı ama cesaret oyununun bölümdeki ağırlığı, Tuna'nın hastalığından daha fazla olunca o tez çürüyor. Deniz'in "Ben senin istediğini yaptım, şimdi sen de benim istediğimi yap. O ilk karşılaşmayı yeniden baştan yaşamak istiyorum" diyebilmesi ve sonrasındaki naif ve romantik sahnelerin yaşanabilmesi için mi? Bu olabilir, ama yine de Deniz'in korkak olduğu iddiasının temelsizliğini unutturacak kadar etkili bir bağlantı kurulmuyor sanki. (Bir de 'Herkese ilan edecek cesaretin yok' diyen Yiğit'in, Deniz'in bu ilanı kameraya yapmasından sonra 'Bizi rezil ettin" diye şikayet etmesi var ki, olayı neresinden tutsan elinde kalıyor.)
Bu haksız itham bir tarafa, Yiğit'in Deniz'e, İrem ve Tuna'yla ilgili söyledikleri doğruydu. Ayrıca Yiğit, evine onu görmeye gelen İrem'e söylediklerinde de bütünüyle haklıydı. İrem'in Simya'ya Yiğit hakkında söyledikleri; Tuna'nın da yine Simya'ya Yiğit hakkında söylediklerinin hepsi doğru karakter analizleriydi, birbirlerini ne kadar da iyi tanıyorlar. Hepsine katılmakla birlikte burada yine özellikle Tuna'nınkinin altını çizmek istiyorum. Aralarındaki onca kavgayla ve yaşanan aşk çıkmazıyla -kendisinin de söylediği gibi- Yiğit'in nasıl biri olduğunun sorulması gereken, belki de bilinen evrendeki son insandı Tuna. Yine de büyük bir olgunluk ve nesnellikle, kardeşini de hiçbir şekilde olumsuz etkilemek istemeyerek Yiğit'in bütün iyi özelliklerini sıraladı. Tam olarak kensisine yakışanı yaptı.
Bölümdeki 'Sana güvenmiyorum. Ben senin için ölürdüm. Sen ölür müydün?' zorlamalarından sonra Deniz'in aşkını kanıtlamak ve Yiğit'in güvenini kazanmak için yaptığı fedakarlık, ya da olayların o yönde gelişimi gerçekten zerre kadar etkilemedi beni. Tatlı bir romantik-komedinin kurşunların önüne atlayan, ölüme giden genç kız melodramına dönüşmüş olması beni duygulandırmak yerine sinirlendirdi doğrusu. Ama hikayenin vardığı bir diğer nokta olan Tuna'nın dramı, beni gerçekten etkileyen, sarsan, çok daha inandırıcı gelişen (Teşhisin şap diye koyulmasını değil de Tuna'nın 'Gölge' ile geçmişini kast ediyorum.) kısım oldu. Ve bu kısım öyle çıkmaz ve kabus gibi görünüyor ki bu kadar sıkıntıyı izlemeye istekli olduğumu hiç sanmıyorum. Çarşıdan aldık romantik-komedi eve geldik şizofreni dramı. Tuna'yı bir de ben yalnız bırakmak istemezdim ama hikayenin devam etmeyi tercih ettiği yola ben devam etmeye pek istekli değilim doğrusu. Bakalım fragmanlar ve bölüm özeti fikrimi değiştirebilecek mi? - 1001 Tv