Duygular allak bullak
Bölümle ilgili ne hissettiğim konusunda kafam karışık. Ya da kalbim mi karışık. Bölümü sevmek istiyorum, ne güzel bölümdü, süperdi, kopmadık mı abi, demek istiyorum ama bir sürü şey frenliyor. Hatta geri vitese takıp geri geri gitme durumu olacak. Yani neredeyse... Dur bakalım yaza yaza netleşirim belki.
Nasıl başladı?
Geçtiğimiz bölüm sevgili Yiğit'imizin gerçeği duymasıyla bitmişti, kulaklarımız da bir "Oh" çekmişti. Bunun çok tatlı, masum bir söyleyişle İrem'in ağzından gelmesi hadiseyi daha da güzel yapıyordu. Gel gör ki tuhaf bir şekilde vicdan yapan Deniz'in annesi koşa koşa gelip İrem'e "kızımmm" diye sarıldı. Kafalar mat oldu. Bölüm işte bu sahneyle başladı. Devamı zaten feciat. Korku filmi gibiydi desek olmayacak, dehşetti. Kafeye gidip oturduklarında, o nasıl bir yalan söyleme çabası.. İşin tadını hepten kaçırdı. Eskiden gösterilebilecek çabanın sınırını anlatması bakımından, "Elimden geleni yapacağım" denirdi de sonra "Elimden gelenin fazlasını yapacağım" sözü çıktı ya, işte Elif hanımcık da yalan konusunda elinden geleni değil, fazlasını yaptı.
Yiğit durumlardan kuşkulanıyor, İrem gerçekleri anlıyor
Hadi Yiğit'e acımıyonuz, İrem'e de mi acımıyonuz bre halay ekibi? Yani Deniz (Halay başı), Tuna (Deniz nereye Tuna oraya), Deniz'in annesi. Bu üçlü düğün meclisini terketti, koptu gidiyor. Yiğit olayları anlamasın derken, zaten hafızası 17 yaşına zamanda akın etmiş İrem'i hiç mi düşünmüyonuz? Kız şimdi ne işini, ne aşkını, birçok şeyini hatırlamıyor, bir de sen aslında Deniz'sin, hep İrem'e özenmişsin, kendini İrem sanıyorsun, İrem İstanbul dışında yaşıyor, turizm işiyle uğraşıyor. Yazdınız da yazdınız. İrem şu durumunda kafayı yemediyse şerrinizden korunmuş. Dağlara taşlara. Bereket Yiğit akıllı da hemen kül yutmuyor, parçaları birleştiriyor (Pazıldan talimli), bir şeyleri hatırlayıp, sorguluyor, araştırıyor. İrem de masumiyetine dönmüş, "Beni sevmiyorsan zorla istemem" yaklaşımında. E bu durumda size ne oluyor? Hani bir fıkra var ya, adam trene yetişecekmiş, üç arkadaşı geçirmeye gelmişler. Derken tren gelmiş, üç arkadaşta bir telaş, panikle koşup trene binmişler, bizimkiyse binememiş. Evet pek komik bir fıkra değil, neyse, işte bu da o hesap, Yiğit gerçeğin kokusunu alıyor, çok yaklaşmış, İrem zaten sağlığından olmuş, oyun moyun derdinde değil, yani gerçeğin söylenmesi için en uygun zaman. Siz hala hangi kraldan çok kralcısınız ey coşkun halay ekibi?
Tuna aileye girdi
Tuna Deniz'in ailesiyle mutfakta yemek yedi. Güzelliği olan bir sahneydi. Tüm aile ve goncacık damat Tuna. Sonrasında Tuna aile ortamında yemek yemesini kastederek "Ben ilk kez böyle bir şey yaşadım" dedi Deniz'e. Yani. Yiğit olmasa, geçmiş olmasa Tuna da Tuna yani. Hemi de "Gölge Bey". Deniz'in annesinin yemek masasının ortasında düğün dernek kına yapıvermeyi isteyeceği kadar var. Fakat o sırada, yani Deniz, annesine "ısrar etme" diye çıkıştığında, Tuna'nın Deniz'in kendisine davranışlarıyla ilgili olarak "Gel der gelirim, git der giderim" diye laf dokundurması acayipti. Yani bunu söylüyor, mahcubiyet duymadan. Duymasını bekliyorum, duymanı bekliyorum Tuna, çünkü sen yaptırıyorsun bunu kendine, öte yandan Deniz'i de suçluyor bunu söyleyerek, sitem var altında, e buradasın hala, yani Deniz'in yanındasın bir yere de gitmiyorsun, evet, bir yandan gidemediğin için kendine de kızıyorsun, Deniz'e de kızıyorsun. Aşk işte. Belki de normal bu arada kalmalar. Deniz'in de arada kalması, bir sürü ses işitirken her yandan. İrem bağırırken, Tuna sitem ederken, annesi teşvik ederken, kendisi vicdan yaparken, Yiğit de ondan vazgeçemediğini, çaresiz olduğunu söylerken.
Ve patladı
Deniz patladı. İrem'in de ağlayıp Deniz'i suçlamasıyla patladı. Deniz İrem mutlu olsun istiyordu. Bu hayatının tek amacı haline gelmişti. Tüm çabasına rağmen bu da olmayınca ne yapsın, gayzer misali patladı. Geçmişi bir kutuya doldurup Yiğit'in kapısına dayandı. Adam da sandı ki Deniz "Senin geçmişin bizim geleceğimizin ayağına dolanıyor, sen geçmişini bırak ki bizim bir geleceğimiz olsun" demek istiyor. Bir de burada senaryoya alkış. Yiğit'in heveslenişi çok hafif verilmiş, altını çizmeden. Az söz, çok şey anlatış. Yiğit'in o heveslenişine şıp şıp gözyaşı.
Düşün bak, Yiğit geçmişinden vazgeçiyor Deniz, anlasana kıymetini. Sadece İrem'i yani Deniz sandığı İrem'i terketmek değil bu, geçmişe dair tüm işaretleri, eşyaları, anıları yakıyor adam. Dönüşü yok. Koyduğu yerde bulamayacak bir daha. Boşuna demedi içinde ateş, varilin başında "Eğer sen gerçek Deniz Aslan olsaydın ve bana bunları yapmış olsaydın, ancak o zaman senden nefret edebilirdim" diye. Önceki hayatını yaktırıyorsun adama.
Bu güzel sahnenin sonunda ne olsun bekleriz? Beklemediğimiz bir şey oldu: Deniz Aslan bastı gitti. Fakat Deniz Yiğit'in evine geldiğinde de öfkeliydi. Ben önce İrem'e sandım. Denizler de okyanuslara kavuşur, kavuşsun, Deniz de Yiğit'e kavuşsun istedim. Fakat Deniz'de böyle bir elektrik yoktu. Yiğit'in 'senden nefret ederdim, lafı üstüne de küstü galiba ya da Yiğit'i "sonsuza kadar kaybetmemek" için... gitti. Ama bana küstü elektriği verdi.
Yeni bölüm fragmanı, Bundan sonra ne olur?
Olan oldu, daha ne olsun diyesim geliyor. Deniz, deniz kenarında köprüleri yakıyor. Bizim saf Yiğit yalan kuyusuna gömüldüğü yetmiyormuş gibi şimdi de yalanın içinde acı bir yalanla karşılacak gibi. Hani bir şey vardır ya acı gerçek diye, Yiğit'inki acı gerçek mutlu yalan durumu bile değil, acı yalan durumu, katmerli zehir, püsküllü bela. Neden reva gördünüz bunu ona? Acı yalandan kastım, Deniz'in ona "Artık bana ateş edemiyorsunuz Yiğit Bey" diyecek olması, ihtimalen söylüyorum. Yani Yiğit'i sevdiği halde, "Sevmiyorum, duygularım değişti" diyecek sanki. Yiğit gittikten sonra, kendiyle başbaşayken de söylese, zannımca Deniz buna kendini inandırmak istiyor. Yiğit'e kızgınlığını da Tuna'yla sevgililiği deneyerek telafi etme çabasında. Fakat ekmek dilimi keser gibi olacak mı bu. Deniz kenarında "Ben değiştim" diyor. Daha önceki yazılarımda Deniz'in tipi aynı ama içi değişti diye yazmıştım. Şimdi Deniz değiştim diyor, değişimine sahip çıkıyor ya, niye değişti, anlaşılmıyor ama. İrem'le Yiğit ve Tunayla kendisi arasında pres ola ola değişti desek, kendisini böyle seven ve olayların içinde masum masum çabalayan Yiğit'e karşı duyguları niye değişti ki? Bütün bu uzun sürecin içinde günah keçisi olarak bula bula Yiğit'i mi buldu? İnsanın nazı en sevgilisine geçermiş hesabı belki de. Yine de eğer bu Deniz, fragmandaki o soğuk Deniz olacaksa, eskiden dostluğa, geçmişine sadık bir Deniz varken artık sadece kendisini düşünen bir Deniz olacaksa, o zaman tamam. Yani İrem'i de hayatından çıkaracaksa, artık İrem ve Yiğit arasında kalmayacağım diyecekse, bir nebze mantıklı. Ama tavrı sadece Yiğit'e karşıysa, o zaman da Yiğit'i hala seviyor demektir. Fragman çok az şey söylüyor. En çok da Yiğit'in acıklı halini, Deniz'in soğukluğunu söylüyor. Yiğit'in davayı kaybettiğini bilmeden mutlu umutlu Deniz'in yanından ayrılışı çok acıklı. Fakat biz of ki of derken ikinci fragman gelir, bizimkiler bir 90 lı pop şarkısı eşliğinde neşeyle çocukluklarına dönerler, duygularımız allak bullak seviniriz biz de. Halimiz iç güveysinden hallice.
Gülmek için yaratılmış gözlerde yaşlar niye?
Bu durum nasıl düzelir sorusuna gelirsek.. Yiğit'in hayatına yeni bir kadın girer ve Deniz onu kıskanırsa.. Yine yivit yivit diye ötmeye başlarsa.. Ama lütfen artık ağlamadan.. Güldürün şu Deniz'i artık. Ansızın geliverecek bir kaç mutlu an da şimdilik yeter. Ve sanki uzak değil. Dur duygulandım heveslendim yine. :_