Ne olacak bu TuDen, YiDen ve bizim halimiz?
Son birkaç haftadır Seviyor Sevmiyor'u izlerken çok şikayet ettiğimi fark ettim. Mantıksız gelişen olaylar, karakter ve ilişki tutarsızlıkları nedeniyle eskisi kadar keyif alamıyorum bölümlerden. Bu nedenle bölüm hakkında yazmaya da eskisi kadar hevesli değilim. Yine de hâlâ bölüm başlamadan ekranın karşısında hazırsam, başından ayrılmadan izliyorsam üzerine edecek birkaç sözüm vardır belki de..
17. bölüm Tuna'nın bölümü oldu diyebiliriz. Hem bölümdeki yoğunluğu hem etkinliği hem de olayların gelişimiyle,Tuna'nın zamanında İrem'e söylediği gibi, bu hikayenin yardımcı karakteri olmaktan çıkıp başrolü olmaya doğru büyük bir adım attığı bir bölüm oldu. Bu durumda, dizideki bütün karakterler içinde en sevdiği Tuna olan, en çok onun için sevinip en çok onun için göz yaşı döken bana hava hoştu tabii ama hikayenin köklerine, kat edilen yola bakılınca mantıklı ve ikna edici miydi olan biten? Orası kuşkulu..
Bölümün ilk yarısında çok keyif aldığım, özellikle Tuna ve Deniz arasında geçen çok hoş sahneler vardı. Son haftalarda daha çok Deniz ve Yiğit aşkına yoğunlaşıldığı için böyle sahnelerden mahrum kalmıştık. Tuna'nın eğlenceli yüzünün arkasına saklanan duygusal tarafını özlemiştim. Onun Deniz'e olan ilgisi, dizide karşılaştıkları ilk sahneden itibaren çok güzel işlendi ve bizi de inandırdı. Tuna'nın geçmişindeki yalnızlık, yetimhane öyküsü de bu aşkı daha da derinleştirdi. Bu bölümdeki Tuna ve Deniz sahnelerini izlerken biraz göz yaşı dökmüş olabilirim. Tuna'nın "Ben nöbetçi omuzum, işini aşkla yapan bir zanaatkarım" konuşması ikisinin ilişkisini ve Tuna'nın durumunun acıklılığını nasıl da güzel anlatıyordu. Ya da kapıda Tuna'nın "ben bu geceyi başa sarar sarar yaşarım. Daha önce böyle bir akşam yaşadın mı diye sor bana; yaşamadım" konuşması.. Deniz'le arasındaki "mesafe"nin kısalması.. Sahnenin sonunda Tuna'nın hayal kırıklığı.. Çok güzel yazılmış, çekilmiş ve oynanmıştı. Yine, devamındaki Tuna ve Yiğit arasındaki ayna temalı sahne de fikir ve çekim olarak çok keyif vericiydi, İrem ve Deniz arasındaki sahne de çok dokunaklıydı. Ama bölümün ortasında biri kanal değiştirdi sanki. İrem'in, Elif tarafından Yiğit'e yazılan mektubu okumasından sonra birbiriyle kopuk, temelsiz, atmosfer olarak çok ayrı dünyalara uçan, sanki başka bir ekibin elinden çıkma sahneler izledik peşpeşe.
Dergi ekibini biraraya getirme çabaları komik olacağı düşüncesiyle çekilmiş ama tebessüm bile ettirmeyen, sıkıcı, akmayan ve sanki bölümün çoğunu kaplamışçasına uzun sahnelerdi. Deniz ve Yiğit arasındaki 'geçmişi yakma' sahnesiyse nerden gelip nereye gittiği belli olmayan, en hafif tabirle tuhaf bir sahneydi. Aylardır yaşadığı stres düşünülünce Deniz'in bir buhran geçirmesi anlaşılır bir şey; ama kendisine bile ait olmaması gereken bir kutu dolusu eşya ile Yiğit'in evinde belirip (bu ev de değişip duruyor sürekli, laf arasına taşınma falan sıkıştırsalar bari), bağıra çağıra üzerine fırlatıp, "geçmişinizden kurtulun artık" diye adamı şoka sokup, sonra da "ikimiz de doğru olanı yapmalıyız" deyip Tuna'ya giderken Yiğit'ten ne yapmasını bekliyordu? "Geçmişinle yüzleş, ondan kurtul" dediği o geçmişteki Deniz numarası yapan İrem'e ya da Amerika'ya dönmesini mi? Deniz'in Yiğit'ten beklediği 'doğru' ne olabilir? Binlerce yalanın içinde aklını kaçırmak üzere olan bir adamı hâlâ kandırarak, ondan 'doğru olan'ı yapmasını nasıl istersin ki, her neyse o doğru artık? Bütün bu ipe sapa gelmez şeyleri yaparken hiç suçluluk duymayan Deniz, duygusuz ve soğuk görünmeye başladı artık ki en büyük özelliği olan o sevimlilik bile silikleşiyor. Yiğit yağmur altında kaldığında, kötü anılarının canlanacağını düşünüp can hıraş ona koşan kız gitti, Yiğit'ten nefret eden bir insan geldi sanki. Tuna'ya aşık olamasa ve sürekli azarlasa da en azından içten içe kıyamayan ve müteşekkir hisseden bir Deniz vardı, sanki Tuna'ya da sadece katlanıyor artık. O beyin sarsıntısını İrem yerine Deniz mi geçirdi? Bu insanların hiçbirini tanımadığı ve bir şey hissetmediği bir zamana mı döndü?
Birkaç haftadır izlerken sürekli yaşadığım bu homurdanmalara bir de artık görmezden gelmenin imkansız olduğu mantıksızlıklar ekleniyor tabi. İrem'in geçirdiği böylesi büyük bir kazada gerçek babasına haber verilmemesi ya da 17 yaşına dönünce babasını sormaması idare etmemiz gereken bir durum herhalde. Yiğit'in 'bu kızın hayatında ben girmeden önce hiçbir insan yok muydu, hiç arkadaşı da mı yok, neden böyle bir kazada bile yanında sadece asistanım var' diye sormaması mümkün mü? Ya da sosyal ağlarına bakmayı ancak akıl etmesi? Yiğit'ten çok sonra otele gitmeyi akıl eden Tuna ve Deniz'in birkaç kestirme yol hesabıyla resepsiyonisti ikna edecek kadar vakit bulabilmiş olmaları? Dizinin başında İrem'in Yiğit'i tanıyor olduğunu düşünürsek,Yiğit'in de biricik aşkının diğer yakın arkadaşı İrem'i hatırlamasını bekleriz ama senaryo grubu değişirken unutulmuş olan bu detayı da görmezden gelmemiz gerekiyor... Saymakla bitmeyecek kadar çoklar ne yazık ki.
Yazının başında "Bu, Tuna'nın bölümü oldu." demiştim. Bu da Yiğit'in az göründüğü ve göründüğü sahnelerde de pasif olduğu anlamına geliyor. Gökhan Alkan'ın performansını, özellikle son birkaç haftadır çok beğendiğimden onu daha çok sahnede görebilmeyi isterdim doğrusu. Bölümün başlarında Yiğit'in İrem'in gerçek kişiliğinden şüphelendiği sahneler Yiğit'i doğru düzgün görebildiğimiz ender sahnelerdi. Yiğit'in Sherlock'u aratmayan halleriyle artık sırrın açığa çıkacağına dair şöyle bir umutlandık; Elif ve Deniz'in 'İrem' adını haftalar önce ağızlarından kaçırmış olduklarını bile hatırlayabildiğine göre ipin ucunu sağlam tutmuştu. Ama bölüm ortasında bütün bu kuşkulanma hikayesi önemsiz bir detaya dönüştü; neredeyse göstere göstere söylenen bir yalana Yiğit'in Deniz'e "Senden nefret etmek için bunun yalan olduğuna kendimi inandırdım" demesiyle de bütün bir bölümün ilk yarısı, umutlar ve sabırlar da çöpe atılmış oldu tabi.
Çoğunlukla Tuna üzerine kurulu olan bölüm boyunca yavaş yavaş işlenen Örümcek Adam-Süper Kahraman- Tuna Adam teması güzel geliştirilmişti. Finaldeki, sinema tarihine geçmiş olan o meşhur Örümcek Adam öpüşmesi de çok hoş ve sevimli bir göndermeydi. Öpüşme gerçek olsaydı tabi... Yiğit Kirazcı'nın dakikalarca baş aşağı sallandırılmaktan pancar gibi kızarmış ve şişmiş görüntüsünün üstüne bir de Deniz'in gidip Tuna'nın burnunu öpmesi olayın tadını kaçırdı. Sanırım bu da karaoke barda kahveleri kafaya dikip sarhoş olmaları gibi bir 'çözüm'dü. Böyle sahneler gördüğümde "bu dizinin hedef kitlesi 12 yaş mı, ben yanlış bir iş mi yapıyorum izleyerek?" diye düşünmüyor değilim. Bu konulara yer vermek tercih edilmiyorsa öpüşme ya da sarhoş olma sahnesi hiç yazılmayabilir. E, biz de 'illa ki isteriz'diye tutturmayız ama sahne yazılıp da böyle adeta 'uykudan önce' ibaresiyle çekildiğinde gördüğünüz şeye ikna olmak da mümkün olmuyor, ciddiye almak da.
Yazının çoğunu homurdanma ve şikayetle geçirmiş olsam da bu dizinin çok sevdiğim ve bozulmasını istemediğim bir yönüyle bitireyim. Deniz'e aşık, birbirinden dünyalar kadar farklı iki adamdan birini seçmek, bu iki aşktan birini (ya da ilişki diyelim, Deniz'in Tuna'ya gerçekte bir hissi yok. Kendisinin de söylediği gibi hayatının aşkı Yiğit) tercih etmek mümkün olmuyor biz izleyiciler için. Deniz'in bu kadar arada kalmasından, hiçbiriyle doğru düzgün bir ilişki yaşayamıyor oluşundan memnun olmayan izleyiciler var, farkındayım. Ama bu şekilde hikaye kısa sürede tıkanmaktan kurtuluyor ve çok daha karmaşık, ilginç ve renkli kalabiliyor. İki adam da onu samimiyetle seven, doğru düzgün insanlar. Çoğu dizide gördüğümüz esas kız-esas adamın yanındaki 2. adamı içten içe sevemeyiz; bir takım hırsları, entrikaları, bencillikleri vardır. Aklımız ve kalbimiz hiç karışmaz. Bir kaç maceradan sonra da bu 2. adamın asıl foyası meydana çıkar, hikayesi biter ve dizi de duvara toslar. Sonra gelsin peş peşe geçmişten çıkıp gelen başka psikopat karakterler... Ama gerçek hayat iyiyle kötünün bu kadar kolay ayrıştığı, aklın ve kalbin bu kadar net olduğu bir şey değil. Seviyor Sevmiyor'daki karakterlerin hepsinin bu, beyaza çok yakın griliği de bu hikayenin sürmesini sağlıyor aslında. Net cevapları bir türlü veremiyoruz, hiçbirine kıyamıyoruz. Mesela mutlu olmayı çok hak ettiğine inandığım Tuna, Deniz tarafından gerçekten sevilirse Yiğit için üzülmeyecek miyim? Üzüleceğim, hem de çok. Deniz, en sonunda gerçek aşkı Yiğit'le biraraya geldiğinde Tuna'nın kalp kırıklığını kaldırabilecek miyim? Çok acı olacak elbette. İşleniş şekliyle ilgili problemlerim olsa da; her şeyi bilindik, bin versiyonunu gördüğümüz, sıkıcı bir hikayeye bu karmaşık ama daha renkli hikayeyi yeğlerim. İzlediğim bir dizide karakterlerden nefret etmektense sevmeyi daha çok tercih ediyorum belki de.
Ben bu yazıyı yazarken bölüm özeti ve fotoğrafları çıktı. Zavallı Yiğit'in Deniz'in Tunay'la yeni başlayan ilişkisinden haberi bile yok; kendince gelecek planları yapıyor. Deniz o buhranları geçirip harita metod defterleri fırlatırken Yiğit'in İrem'i terk edip kendisini seçeceğini düşünmemiş bile ve; ona Tuna'yla yeni başlayan ilişkisini söyleyemiyor. Tuna ise aşkının aslında karşılık bulmadığı, vicdandan ve 'doğru'dan ibaret bir ilişkiye girmiş durumda. Kalp kırıklıkları her yanda... Bakalım Pazar akşamı buruk bir tebessüm , göz yaşları ve kahakahalarla mı izleyeceğiz bölümü yoksa bu yazının çoğunu kaplayan homurdanmalarla mı? - 1001 Tv