Ben haftalardır bu sahneyi bekliyormuşum

Seviyor Sevmiyor 22. bölümü yazabilmek için, bölümü baştan sona -biraz hızlandırılmış olarak- yeniden taradım. Çoğu sahneden, hatırladığımdan daha çok keyif aldığımı fark ettim. Uzun zamandır izlediğimiz en eğlenceli bölümdü belki de. Mizah, önceki bölümlere göre çok daha iyiydi. Komedi açısından diyolagların tümü doluydu, zekiyceydi. Ve Zeynep Çamcı delicesine komikti. Zaman zaman sıkıcılaşsa, temposu düşse de olay bağlantılarının, ilişkilerin başarılı bir şekilde kurulduğu, genel olarak iyi bir bölümdü.
Önceki yazılarımda Tuna'nın bu acılarını görmekten duyduğum üzüntüden söz etmiştim. Tuna'nın içine düşürüldüğü durumdan çok şikayet ettim ama izleyici nankör ve şımarık bir canlı biçimi aslında. Ya da hadi, suçu herkesin üstüne atıp yükümü hafifletmeyeyim şimdi. Ben acı da çekiyor olsa, karşılığını hiç bulamayacağı bir aşk için kendi halden hale soksa, zaman zaman küçük düşürülse de Tuna'nın Deniz'e aşkını izlemeyi seviyorum. Bu aşk tamamen bitirilip Tuna başka ilişkilere yönelirse benim gözümde bu dizi öneminden çok şey kaybedecek. En başından beri Seviyor Sevmiyor'un 'Seviyor' kısmı oldu hep Tuna. Yine bu bölümde de kendisi o kadar acı çekerken, öfkeliyken, hayal kırıklığına uğramışken gecenin bir vakti Deniz'in nasıl olduğunu merak edip penceresinin buğusuna şekiller çizip Deniz'i gülümsetmeye çalışıyordu. Bu arada söylemeden edemeyeceğim, o sahnenin hem fikrini hem karakterler açısından işlenişini hem çekimini çok sevdim. Tuna'nın dönüp o kalbi çizmesi, kalbin silinip Deniz'İn resminin belirmesi çok zarif detaylardı.
Ama yüzleşmelerden söz edeceksek, elbette asıl konuşmamız gereken Yiğit ve Deniz arasında geçenler. İlki ofisteki 'gıybetin elli tonu'un hemen adından Deniz'in Yiğit'in odasına girdiği ve 'artık konuşmamız lazım' dediği sahne. Bu sahnede Deniz'in kendini ifede etmeye ve Yiğit'e ortak anılarıyla ulaşmaya çalışması, Yiğit'in tam kalbi yumuşayıp gözleri dolmaya başlarken toparlanıp, bir kaşını havaya, çenesini yukarı kaldırıp sert patron numarasına bürünmesi çok sevimliydi. Bu sahnenin sonunda, Deniz'in 'atmaya kıyamadım' diyerek çıkarıp verdiği çocukluk fotoğrafı sayesinde Yiğit'in kardeşlerinden haberdar olmasının da önü açıldı. İkinci yüzleşme, İzmir dönüşü Yiğit'in kendi intikam planını Deniz'e açıkladığı ve 'adalet' istediğini söylediğiydi. Sonuncu olarak da her şeyin nedeninin açıklandığı, herkesin eteğindeki taşları döktüğü, sorulması gereken bütün hesapların sorulduğu, otobüs durağındaki asıl yüzleşme. Dizinin başından beri Yiğit'in gerçeği öğrenmesini beklediğimi sanıyordum. Meğer benim heyecanla, sabırsızlıkla beklediğim bu yüzleşmeymiş. İkisinin de birbirlerine ettiği haksızlıkların yüze vurulmasını, hesap sorulmasını, hesap verilmesini ve 'gerçek' gerçeklerin açığa çıkmasını bekliyormuşum ben.
Deniz: Sen beni ilk parkta gördün. Acı olan da neydi biliyor musun? Sen beni orada da görmedin. Çünkü tanımadın beni. Başka bir kızın yanına gittin. Onunla tanıştın. Hatırlıyor musun? Hatırlamazsın tabi; çünkü senin aklındaki Deniz Aslan benden çok daha güzel, çok daha başarılı bir kızdı. O yüzden de beni tanımadın. Kendimi o kadar kötü hissettim ki. O kadar berbat hissettim ki kendimi. Sonra kendi yerime İrem'i gönderdim. İnandın, çünkü senin hayallerindeki Deniz Aslan tam olarak oydu. Zorluk çekmedin, hatta ona aşık oldun, evlenme teklif ettin. O sıralarda ne yapıyordun biliyor musun? O sıralarda bana kötü davranmakla meşguldün. Ne olacaktı, sana o zaman söyleseydim ne olacaktı? Ne yapacaktın? Hayal kırıklığına uğramayacak mıydın? İnanmayan gözlerle bana bakmayacak mıydın? Söylesene! Sonra ne oldu biliyor musun? Ben sana söylemeye karar verdim, tam sana söyleyecektim; en yakın arkadaşım sana aşık olduğunu söyledi bana. Ben o kızın hayatıyla mı oynasaydım? Yapamadım. Nasılmış Yiğit Balcı, bana kızmak kolay mıymış, beni anlamak zor mu? Sonra İrem sana aşık olduktan sonra her akşam gelip senden bahsetti bana. İlşkinizi anlattı, birbirinize nasıl aşık olduğunuzu anlattı. Senin onu nasıl öptüğünü, nasıl evlenme teklif ettiğini söyledi. Sustum; çünkü mutlu olsun istedim, mutlu olun istedim. Ağzımı bile açmadım. Ben kan kustum, mutlu olun istedim. Aptal!
Dergicilik konusunu, başarılı işlendiğinde diziye, yan konulara alan açması bakımından verimli buluyorum. Dağıtım ağı için satın aldıkları dergi konusu iyi işlenmiş, ana aşk üçgenine de çok başarılı yedirilmişti örneğin. Bu bölümde de, bu satın alma sürecini Yiğit-Deniz ilişkisi için kullanmak başarılı bir seçimdi. Yalnız İzmir sahnelerinin bir kısmı, özellikle üç İzmirli kız ve çalışanlara iş bulma sahneleri hayli sıkıcıydı. (Bu arada bu dizinin zaman kavramını anlayabilen oluyor mu? Sürekli olarak birileri akşama kadar çalışıyor, iki karakter bomboş ofiste, fazla mesai sınırlarına girecek şekilde, başbaşa konuşmalar yapıyor ama dışarı bir çıkıyorlar ki günlük güneşlik, ancak öğleden sonra. Demek ki Go Flamingo'nun sorunu dağıtım değil, part-time çalışılması.)
Dergi konusu avantajlı, kullanışlı bir konu olsa da Go Filamingo ofis sahnelerini her zaman eğlenceli bulmuyorum. Birbirine benzer temalarla, yan hikaye olarak bölüm doldurmak için işlenen konular olmaktan öteye gidemiyorlar benim gözümde. Ana karakterlerle bir şekilde bağlandıklarındaysa ilginçleşebiliyorlar. Bu bölümdeki şemalı 'gıybetin elli tonu' sahnesiniyse oldukça sevdim. Çizimler, ortamdaki gerilim çok eğlenceliydi; diyaloglar çok başarılıydı. Bölümün devamında İrem'in terfi kutlamasını ofiste yapma fikrini ise zorlama buldum. Cemal ve Çağdaş'ın aynı anda İrem'e vurulmaları hikayesinin önü açıldı ama süreç doğal akmadı. Bu arada İrem'in birdenbire ortaya çıkan bu yalnızlığı da mantıklı görünmüyor. İrem dizinin başında çok popüler bir kızdı. Doğum günü kutlaması insan doluydu. Şimdiyse terfisini kutlayacak kimsesi yok. Şimdi sürekli olarak bu yalnızlıktan şikayet etmese, Deniz'den başka hiçkimseyle mutlu olamadığı için bu yalnızlığı kendisi tercih ediyor diyeceğim ama sürekli şikayet ediyor ve Tuna'yla bu yüzden yeniden arkadaş olmaya çalışıyor. İnandırıcı değil bu durum.
Yeni bölümden iki fragman yayınlandı. Deniz ve Yiğit çok mutlu görünüyorlar. Bütün bu üzüntüler hiç yaşanmamış gibi, o ilk karşılaşmayı yeniden yaşamak tatlı bir fikir. Fragmanlarda çok mutlu görünmelerine karşın bölüm özeti, aralarında yaşanan güven sorunundan söz ediyor. İlişkiyi hemen güllük gülistanlık bir evreye geçirip, konusuz kalınca dizinin Yiğit, yeni ailesi ve onların entrikalarına dönmesini istemezdim doğrusu. Bu nedenle Yiğit ve Deniz'in gülün dikenlerini de yaşayıp bunları aşabilmelerini, bu arada yaralarını da birlikte sarmalarını izlemek de keyifli olacak. Ama Tuna hâlâ ağlıyor. Tuna'nın, Deniz'in Yiğit'e ilan-ı aşkını görmediği, izlemediği bir tek marketlerin elektronik reonlarındaki tv ekranları kalmıştı ki, o da oluyor anlaşılan. Ve Tuna'yı bitmek bilmez acılarından İrem'in intikam planları kurtaracak, öyle mi? Uzak olsun. Biz Deniz'in fotoğraflarına bakmaktan bile çocuk gibi mutlu olabilen, kendi kendine, asilce acı çeken Tuna'ya razıyız.- 1001 Tv