1001 Tv > 1001 Yorum > Maksat mutlu olmak

Maksat mutlu olmak

Uzunçorap | 18.06.2016 | Yüksek Sosyete
Yüksek Sosyete

Yüksek Sosyete son zamanlarda başlayan diziler arasında reyting bakımından en sükseli dizi oldu galiba. Aslında fragmanlardan "Aman, ağır dram bir dizi geliyor" diye düşünmüştüm ve pek de izlemeye meylim yoktu ama böyle yüksek reyting alınca bir şans verip izleyeyim dedim ve ağır dram çıkmadı. Zengin kısımdaki mutsuzluk da olmasa, bildiğin romantik komedi.


Jeneriğe gelelim. Sarılar, ışıltılar, fotoğrafların yer aldığı o geometrik şekil falan filan, zengin aile, kuyumcu anlaşılan demiştim ama belli değil ne iş ya da işler yaptıkları. Tabii atlamadıysam. 

 
Genelde bu eleştirdiğim bir şey. Yani, dizilerde mesleklerin, birilerinin ne iş yaptığının, işle ilgili bazı özelliklerin verilmemesi, geçiştirilmesi. Fakat Yüksek Sosyete,  üstteki iş kısmı yüzünden az daha kırılacak karne notunu, marketçilik kısmıyla doğrultabildi. Dizimizin jönü Kerem'in orada yaptığı kahramanlığa sonra değil şimdi geliverelim. Çalışanlar durumu biraz ya da epey abarttı, öyle sürekli minnet belirtmeler falan ama Kerem sadece kızların beyaz yakalı prensi olmadı, tüm çalışanların idealindeki kendileri oldu. Yani mastırı devirmiş, marketi geç holdingi yönetmeye talip, başa geçemeyince kendini baskete vermiş Mert Çalhan bile etkilenip geri vites yaptı. Demem o ki, her yöneticinin hayali dizi dünyasında gerçek oldu. Böyle bir örnek önceden yoksa, bu bir milattır. Kim istemez, bir yere girecek, bir bakışta tüm eksikleri gözlem edecek, duruma el koyacak, getirin raporları diyecek, bunca zekasına, tecrübesine, bilgisine, yetmeyecek bir de herkesle abi abla diye dostça, senli benli konuşacak, yani profesyonel olacak ama kasmayacak,  sadece sayılan değil sevilen de bir yönetici olacak, yetmedi, kibir yapmayıp takım elbise sırtında eğilip bükülüp kasa kaldıracak, paket taşıyacak. Pey pey pey. Ne ararsan var. Bir tek, marketin Kerem geldiği sırada sağlık bakanlığı görevlileriyle muhatap olan sorumlusu, hadisenin sonunda, "Çok teşekkürler" falan filan derken bizimki "Ben de teşekkür ederim" diye eziklenmeseydi, oradan 100 puanı fire vermeyecekti. Hayır, sen niye teşekkür ediyorsun. Fakat hayatı boyunca ezilmiş adam nasıl birden düzlesin, o da zor. Kendi içinde kırılmış bir kere.
 
 
Mert mastır yapmış Kerem bu arada ne yapmış, bu sorunun cevabını bu bölümde verdiler mi. Yoksa Kerem'in markette gösterdiği  başarı tamamen dehasal bir şey mi. Sonra firmadan istifa ediverdi ya, bir koltukta oturuyordu, bir masası, odası vardı, yani bir görev ve yetkisi vardı, e tüm Çalhan holdingten sorumlu kişi Bedia Hanım'mış, ona görünmeden, onunla konuşmadan, cipin anahtarını  Mert'e tutuşturmakla istifa ettim, oluyor mu. 
 
 
Bölümde gizemli bir kalan bir diğer şey de, Cansu'nun annesi tarafından niye uğursuz bulunduğu. Hikayenin akışını sarsacak bir bilgi olmadığı belli olan geçmişteki bu olayın ne olduğunun ortaya çıkmamasına bir anlam vermek zor. Yani söylenseydi ne olurdu. Öğrensek biz de Cansu'ya şüpheyle mi bakacağız. İlk bölüm söylemeylim, Cansu olabildiğince masum ve sevimli görünsün düşüncesi değilse, nedir bu gizlemenin sebebi ey ahali!
 
 
Der geçerim. Kerem'de biraz daha durmak lazım yalnız. O da şu sebeple. Adam yeşilçamımızda "bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı" klişemizi de devirdi. Hem de öyle güzel devirdi ki. Biz bir kuşak bu güzel klişeyle büyümüştük. Şimdi bize daha güzel bir klişe verdi. Mert ona çanta, bavul taşıtıp yamuk yaptı ya, fakir ama gururlu gencimiz, bir üst davranış modeli sergiledi ve durumu, Mert'in yaptığı davranışın incitiliğini, empatiksizliğini tatlı tatlı söyledi, kırılmadan, kırmadan, içine atmadan, kinlenmeden. Dost kalarak, sarılarak. Aynı barışçıl tutumu, garson kıza da yaptığında bunu bir misyon edindiği belli oldu ama böyle güzel örnekler lazım. 
 
 
Bir güzel örnek de Cansu'nun kitap okumasıydı. Dizilerde kitap okuyan kahramanlar giderek artıyor. Hayat Sevince Güzel'de de Zarife olsun, Karavanlı anne, neydi adı, buldum, Şefika Göçer, o, kitap okuyorlardı. Karavanlı baba Şinasi de koltuğunun altında bitki kitabı gezdirmişti. Güzel şeyler bunlar. 
 
 
Bölümde beğendiğim bazı sahneler, evlerindeki fotoğraf çekiminde Cansu'nun koltukta kendine yer bulamayışı, koltuk dışına ilişmesiyle, aile içinde de kendine yer bulamayışının ifadesi, Cansu'nun işe girdiğinde Ece'nin ilgili davranışları karşısında şaşırıp duygulanması, Şirin'in akşam beraber gittikleri lokantada Kerem'in ilgisizliği, kendine dönüklüğü karşısında durumu anlaması, ortamdaki soğuma, Cansu'nun odasında tartışırlarken, Süreyya'nın kızının duygularına kayıtsızlığı, hatta alaylı dinleyişi, acımasızlığı, Kerem'in çiftlik için hayalini kurduğu arazide geçirdiği vakit... Bir de o hayali Kerem'in gözünden görebilseydik. 
 
 
Süreyya deyince, dizinin mutsuz tarafında, Süreyya'nın yaşadığı sıkıntılar güzel verilmiş. Gerçekçi. İnsan, ey Süreyya, diyor, çarp altın saati yere, çıkar yüzüğünü falanı filanı, hem sen eskinin küçük hanımı değilmiymişsin, varmış demek ki senin de bir malın mülkün, eskiden de, yani yaşar gidersin kimseye muhtaç olmadan. Ama senin bileceğin iş tabii. Bakalım ilerleyen bölümlerde Süreyya'nın hikayesi böyle canlı, gerçekçi, sağlam devam edecek mi. Süreyya da Cansu gibi özgürlüğünü ilan edecek mi.  Ama Süreyya "bana baş baş", dese de bu Metin pişman olmaz, o belli. Yani olayın özü Metin'i adam etmek değil, kendini mutlu etmek. Süreyya bunu başarırsa biz de memnun oluruz pek tabii. 
 
 
Gelelim Yüksek Sosyete'nin mekanlarına, atmosferine. Bu konularda fazla etkilendiğimi söyleyemem. Yüksek Sosyete'nin bir şiiri, bir şarkısı varsa da bana geçmedi. Mekanlar da yüksek mi rüküş mü. Evlerin dekorasyonu falan zannımca zevksizdi. Market istisna. Market sevimli, doğalı, renkliydi. Yüksek marketse burası da, Cansu nasıl hiç bilmemiş, hiç de gitmemiş. Dizinin jenerik müziğini beğendim. - 1001 Tv

 

Oyuncu kadrosu Genel Bilgiler Haftalık Dizi Programı