Ya ben ne olacağım Süreyya?
Bölümün en güzel sahnesi bence şurasıydı: Süreyya, Metin ağlayıp kendisinden özür dilediğinde Metin'i eve geri getirmişti. Sonra Metin uykuya yattı, Süreyya da Levent'e telefon etmek için mi, gitmek için mi artık ne hikmetse, evden dışarı çıktı. Levent de kendisini bekler dururmuş. Kimbilir ne kadar bekledi. Sonra Süreyya Levent'e Metin'den boşanmaya kararlı olduğunu, sadece kendisini bir iki ay beklemek zorunda hissettiğini söyledi. Sonra birden beklenmedik bir şey oldu. Levent bunaldı ve Süreyya'ya "Ya ben ne olacağım Süreyya?" dedi. Süreyya da afalladı, seninle ne alakası var gibisinden. Meğer Süreyya gerçekten bu hisleri kendine kondurmamış. Biz seyirci olarak karakterin iç dünyasına ne kadar dahil edildiğimizi bilemiyoruz. Süreyya bana Levent'in hislerinin farkında gibi geliyordu ama Levent'in aşık olduğunu bağırmasıyla kocaman bir şaşkınlık yaşadı. Kimbilir belki de hoşlanmayı seziyordu da aşk beklemiyordu. Sonra şakır şukur, "ama ben zor bir kadınım keşke olmasaydım ama öyleyim" ve benzeri engeller geldi Süreyya'dan, Levent de herşeye tamam, dedi. Tamam anlaşıverdiler, adeta hızlandırılmış bir romantizm. Tuhaf kaçabilirdi ama tamamdır, yani olmuş. Sahnenin sonunda birbirlerine sevgiyle sarılmaları da süper güzeldi. Yalnız şu da nazarlık olsun, ikisinin arasındaki bu ilişkinin başı hakkında, daha önce yazmış mıydım hatırlamıyorum, Bedia Levent'e Süreyya'dan bahsettiğinde ve kadın hakları konusundaki tecrübesiyle kendisine yardım etmesini istediğinde, Levent en baştan daha neredeyse görmeden Süreyya'ya avcı gibi, çapkın gibi yaklaştı. Yani tavrı öyleydi. İlk bakışta aşk gibi bir durum falan da olmadı. Yadırgamıştım. Bir de Süreyya'nın kendisine "Küçük Hanım" diyen bir şoförü vardı ve sanki o da Süreyya'ya aşıktı. Galiba hikayeyi o kanaldan akıtmaktan vazgeçtiler.
Devam edelim. Bölümün en tahammül edilmez sahnesi, dizinin en şımarığının Kerem'in hayatına bir kere daha çomak soktuğu sahneydi. Yani Mert Çalhan arsız uslanmazının kendi haline bakmadan, hatta dahası baktıktan sonra bile, Cansu'ya hain, yalancı, şımarık vs. muamelesi yapmasıydı. Ah o Mert Çalhan'ın hayatında Kerem dışında başkası olacaktı, çoktan hayatından çıkartmıştı. Gitsin baksın başının çaresine. Böyle arıza mı olunur yafu. Sözde Kerem'i düşünüyormuş, bak bak. Zaten Kerem'e yapmadığı terbiyesizlik küstahlık edepsizlik kalmadı. Şimdi de Cansu. Önüne geleni buldozer gibi eziyor. Diyordum ki "Ece keşke affetse, sonuçta bu birbirinin rollerine geçme durumu gerçekten Ece için başlamadı, sonra da Mert söyleyemedi" diyordum ama yok, Cansu'ya zerre empati yapamıyor, üstelik Cansu abisini kaybetmesi yüzünden acılı, yaslı bir durumdayken. Anlaşılan Mert istiyor ki, Kerem'i bir tek kendi sömürsün, babannesi sömürsün, başkası sömüremesin. Kerem'i seviyor ama bu kadar seviyor. Bir de Kerem ve Mert herşeye rağmen barıştıklarında seviniyordum. Yazık.
Bu arada Can bulunamadı ve bu ortadan kayboluşu bizzat kendisinin planladığını tahmin ediyorum. Gerçi dizide buna dair kesin bir işaret yok ama, Cansu'ya gelip bir daha hiç görüşemeyeceklermiş gibi konuşması bir açık kapı bırakıyor. Çünkü dünyanın neresine gitse cep telefonuyla, internetle görüşmeye devam edebilirlerdi ama bir daha görüşemeyeceklermiş gibi konuştu. Bundan sonra Can dizide ortaya çıkar çıkmaz ama kendi planladığı bir şeyse bunun gerekçesi ailesinin işe dön, eve dön gibi baskılarıyla uğraşmamak olabilir, dizide de henüz ne olacağına karar verilememiş de olabilir.
Bölümün en gizemli kısmı, Mert'in Ece'nin annesini bulması için dedektif tutmasıydı. Aslında iyi bir şey yapıyor fakat kadıncağızı bulsalar bile dönmek isteyecek mi, Ece'ye sıcaklık hissediyor mu, bir kapalı kutu. Öyle ya da böyle, iyi bir şey, Mert kedi olalı bir yün yumak tutacak.
Bölümün en sürprizli, biraz da traji komik kısmı, Kerem'in Cansu'yu takip edip Cansu'yu bambaşka bir hayat hikayesi içinde zannederek yardım etme planları yapmasıydı. Aslında şahsen daha büyük bir tepki vermesini, yardımcı olmak için daha bir çırpınmasını bekledim ama neyse. Sahi, bu bölüm Kerem'in annesi görünmedi galiba. Hayırdır inşallah.
Güzel şeylerden bahsedeyim diyorum ama Mert Çalhan bir yandan Işıl Ergün bir yandan hikayenin gidişatına sağlı sollu vuruyorlar. Işıl da yüzsüzlükte arsızlıkta yalancılıkta kendini aşıp Cansuların evini bastı. Hem de ne günlerinde. Neyse, akıl fikir dileyelim ve dizinin tatlılarından bahsedelim: Kerem'in annesi, babası, babasının çiçekleri, Kerem'in kalenderliği, süper iş kabiliyeti, Levent'in Süreyya'ya sevgisi, Ece'nin kendi kendini avutma çabası, Cansu'ya sevgisi... Ece deyince, ne diyeceğim, hikaye çok sağ sol yapıyor, Kerem ve Cansu bir ayrılıp bir barışıyorlar ya, diyorum ki, ya Kerem Cansu'yu, Ece de Mert'i affedemeyip birbirlerini teselli ederken biz bir deneyelim derlerse? İkisi de antisosyetik, ikisi de iyi kalpli, azla yetinen, azı çok eden, arkadaş dost canlısı... İşte bir sürü ortak özellik. Cansu da iyi kız ama o da Ece'ye niye sosyetizmini söylemedi, Kerem bakımından da Ece bakımından da durumu çok zor. Giderayak ne aklıma geldi, Ece ile Mert'in Oliva'da biri kapının bir tarafında, diğeri diğer tarafında ağlayarak konuştukları sahne... O sahne de içten, samimi, güzel bir sahneydi. Ya Mert ya atsan atılmaz satsan satılmaz, gerçekten zor bir insansın diyeceğim ama çözümü buldum galiba. Ece'nin yanında alınır, Kerem'in yanında satılır. Sory.