Fazla Muhabbet Tez Ayrılık Getirir

Bugünlerde televizyonla ilgili en çok tartışılan, konuşulan, hakkında yazılıp çizilen konu dizi süreleri. Yıllardır zaten hiç gündemden düşmüyor olsa da yeni sezonun başlamasından kısa süre sonra bu konuşmalar iyice hararetlendi; çünkü şimdiye kadarkilere hiç benzemez bir şekilde, ister yeni isterse önceki sezondan devam eden bir dizi olsun, ister komedi isterse dram olsun hemen her proje beklenmedik bir şekilde izleyici kaybı yaşamaya başladı. Elbette geçen sezondan devam ederken gücünden hiçbir şey kaybetmeyen, hatta daha da çok arttıran "Diriliş Ertuğrul", yaz sezonunda başladığı günden beri en çok izlenen ve en çok konuşulan dizi olan "Kiralık Aşk", Atv'nin uzun zamandır en başarılı işi olan "Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz" ve yine Atv'de kimsenin öngörmediği bir başarı elde eden "Kırgın Çiçekler" gibi, gerçekten az sayıda istisna da var elbette.
Dizi sürelerinin uzunluğunun sepep olduğu tek sorun sıkıcılaşması, akıcılık ve temposunu kaybetmesi de değil. Bu uzunlukta bir senaryoyu (bütün teknik araştırmaları ve hesaplamalarıyla birlikte) 5-6 gün gibi bir sürede yazabilmek neredeyse imkansız olduğu için, bir süre sonra bütün diziler -komedi ya da dram fark etmeksizin- durumu kısa sürede kurtaracağı, izleyicinin heyecanını ve merakını, hikayenin gerilimini arttıracağını düşünerek hep hazırda bekleyen "aniden ortaya çıkan, kendisinden haberdar olunmayan çocuk" ya da yine planlanmamış hamilelik, yanlış anlaşmalardan kaynaklı ayrılıklar, kadın karakterin kaçırılması ve büyük zaman atlamaları vs gibi, daha önce bin kez kullanıldığı için hazırda bekleyen, üzerine aman aman bir çalışma bile gerekmeden sadece karakter isimleri değiştirilerek uygulanabilir "çözümlerle" durum kurtarılmaya çalışılıyor. Ama Haftanın 7 günü, 7 büyük kanalda, yıllardır dizi izleyen izleyicinin artık bunlara şaşırmayacağı, heyecanlanmayacağı ve dolayısyla durumu kurtaramayacağı ortada değil mi gerçekten? Aynı şeyi üstü üste kaç bin kez göstererek şaşırtabilirsiniz bir insanı?
Ülkemizde, dünyada başka bir örneğini hiç duymadığım böyle bir durum yaşanıyorken, bir yandan da Türk dizi sektörü son yıllarda inanılmaz bir yurt dışı atağı yaptı, malum. Önce Ortadoğu'yla başlayan dizi satışları sonra Balkan ülkelerine, Kuzey Afrika'ya, Rusya'ya da yayıldı. Derken dizilerimiz ve yıldızlarımız peş peşe Güney Amerika ülkelerini de sarsmaya başladılar. Artık yavaş yavaş Avrupa ve Kuzey Amerika'ya da girilmeye başladı. "Kösem" gibi iddialı dizilerin onlarca ülkeyi kapsayan yurt dışı satışları, Türkiye'de yayına bile başlamadan gerçekleştiriliyor.
Türk dizileri, son yıllarda dünyada böyle büyük başarılar da elde ediyorken dünya televizyonculuk anlayışını bile değiştirebilirdi aslında. Dünyada 45-60 dakika aralığıdaki dizi süreleri (25 dakikalık sitcomlar hariç) yeni ve gittikçe başarılı olan bir drama biçimiyle karşılaşınca yavaş yavaş şekil değiştirebilirdi. Neden olmasın? Kuzeyi güneyi, doğusu batısıyla tüm dünya aynı şeyi söylüyor ve uyguluyor olsa bile ortaya koyduğumuz başarı, bizi öncü ve yeni bir ekol haline getirebilirdi... Ama işin hiç de o kadar toz pembe olmadığı ve bütün dünyanın aynı şeyi söylüyor ve yapıyor oluşunun aslında bir mantığı olduğu da bu sezonki manzarayla iyice ortaya çıktı. Geçen sezonun, kısa sürede çok başarılı olup inanımlaz etkileyici fan kitleleri oluşan ya da haftalarca süren gün birincilikleri elde eden dizileri peş peşe erken final yapmaya, aniden yayından kaldırılmaya başlayınca kazın ayağının hiç de öyle olmadığı görüldü.
Reklamsız haliyle 2.5 saat, reklamla 3 saatten fazla süren bir drama veya komediyi, değil bir televizyon dizisinin tek bir bölümü olarak; başı sonu belli, gelişimi, çatışmaları oluşan ve çözülen bir sinema filmi olarak bile izleyiciye izletebilmeniz zor. Çoğu sinema filmininin süresi 90-120 dakikayla sınırlı. Bu süreye bir de 10-15 dakikalık bir arayı ekleyin hepsi bu. Sadece bilet gelirleri için ortaya çıkmış bir düzenleme değil bu. Kaynaklara göre bir insanın bir konuya aralıksız odaklanabilme süresi 40 dakikayla sınırlı. Bunun üzerindeki sürelerde dikkat dağılması, sıkılma başlıyor. Televizyon özeline dönersek, elbette reklam araları var. 45-60 dakikalık, konusuna odaklanmış, temposu ve yoğunluğu bozulmayan bir drama izlerken araya giren 5-10 dakikalık bir reklam kuşağı bizim ilgimizi dağıttığı, keyfimizi böldüğü için belki de rahatsız olacak ama maliyetleri karşılamak için gerekli olduğunu bilerek katlanacakken, bu reklam araları 3 saat boyunca tv karşısında kıpırdamadan oturması neredeyse imkansız olan izleyiciyi, hem fiziksel olarak hem de bir türlü ilerlemek ve gelişmek bilmeyen, yoğunlaşamadığı için temposuda düşük giden sıkıldığı şeyden kurtarmak için ortaya çıkan, "oh nihayet" dediğimiz bir vahaya dönüştü ne yazık ki.