Hangisi Daha Zor?
Geçen hafta Muhteşem Yüzyıl: Kösem dizisinin daha fazla aksiyona, heyecana ihtiyacı olduğundan söz etmiştim. Dileğimin karşılığını bu kadar çabuk görmeyi beklemiyordum doğrusu. Bazı kısımlar hariç (az sonra değineceğim) baştan sona hareketi ve heyecanı kesilmeyen bir bölüm oldu. Cinayet, idam girişimi, açığa çıkan büyük sırlar, intihar girişimi, saraydan kaçış, zehirleme, karara varmış aşklar... Neler yoktu ki bölümde?
Bölümün en şaşırtıcı ve tüyler ürpertici sahnesiyse kuşkusuz Derviş Paşa'nın Reyhan Ağa'yı öldürme sahnesiydi. Önceki yazıda da değindiğim gibi karanlık bir tarafının olduğunu belli belirsiz sezdiğimiz ama bununla ilgili hiçbir kanıt görmediğimiz Derviş Paşa'nın Reyhan Ağa'yla ortak bir sırlarının olduğunun anlaşılması ve bu sırrın açığa çıkmaması için onu hiç düşünmeden öldürüvermesi gerçek bir şoktu.
Reyhan Ağa gibi önemli, etkili bir karakterin ve onu büyük bir başarıyla canlandıran Emre Ercil'in diziden ayrılması üzücü oldu. Yılların hızla akışına, kurgusal karakterlerin yanı sıra, hikayeleri değiştirilemeyecek gerçek tarihi karakterlerin de geçip gittiğine tanık olacağız, bu duruma şimdiden alışmalıyız elbette. Yine de 5 bölüm boyunca beni diziye en çok bağlayan karakterler olan Derviş Paşa, Halime Sultan ve Şahin Giray'ın ayrılması dizinin omurgasını temelden sarsar benim için.
Aslında geçen bölümde de söz ettiğim gibi, dizideki en büyük ağırlık Sultan Ahmed'in, dolayısıyla Ekin Koç'un üzerinde ve Koç görevini büyük bir başarıyla yerine getiriyor ama çevresinde gelişen olaylar ve ilişkide olduğu karakterler hâlâ yeterince ilginç değil. Artık daha aşık ve bu aşık halleriyle daha sevimli olsa da Anastasia genel hikayede hâlâ etkin değil (Bölümler boyunca özgürlüğünün onun için ne denli önemli olduğunu Ahmed'e anlatmaya çalışan Nasia'nın kaçmaktan vazgeçtiği anda "onu seviyorum, onu bırakamam" demek yerine "ben ona aitim" demesi de karakter açısından büyük bir çelişkiydi ve rahatsız ediciydi ayrıca).
Bölümün genel olarak temposunun ve heyecanın yüksek olduğundan, olayların hızla işlendiğinden söz etmiştim. Bu, bir yandan dizi için olumlu olsa da bir yandan bazı olayların üstünkörü geçildiği, çözüme kavuşması için acele edildiği izlenimini de yaratıyor. Örneğin ilk dört bölüm boyunca hiçbir şekilde işlenmeyip belli belirsiz sezdirilen Derviş Paşa'nın sırrı, önemli bir gizem konusu olarak sindire sindire işlenebilecekken aniden açıklanarak önemli bir fırsat tepilmiş oldu. Reyhan Ağa'nın Giray Hanlarla bağlantısının da daha detaylı açıklanması hikayenin akışı bakımından gerekliydi ama bazı hikayeler ve karakterler konusunda acele ediliyor gibi görünüyor.
Mehmed ve Fahriye'nin ilişkilerinin açığa çıkması aslında pek çok açıdan çok zengin bir olaydı. Sadece Derviş'in sırrının değil, Handan Sultan'la arasında başlayacak duygusal bir yakınlaşmanın ipuçlarını da taşıyordu (Derviş ve Handan arasında aşk üzerine geçen konuşma gibi). Bir paşa ve merhum padişahın dul eşi arasında geçecek bir ilişkiyi işleme cesaretinin göstereliceğine çok ihtimal vermesem de bir tür romantizmi görecek olabiliriz. Bu konu işlenirse Halime Sultan'ın etikisi ve rolü ne olur acaba? Bunu da düşünmeden edemiyor insan.
Bu olay ayrıca Şahin Giray'ın şimdiye dek görmediğimiz bir yüzünü görmemizi sağladı. Geçen hafta Şahin Giray'ın karizmasıyla etkileyici olabildiğinden ama karakterin inandırıcılığını sürdürebilmesi için hırs ve öfkeden daha çeşitli duygulara ihtiyacı olduğundan söz etmiştim. Şahin Giray büyük bir duygu seliyle 45. dakikada can hıraş daldı sahneye. Öyle ki önce, idamın gerçekleşeceği avluya koşarak giren kişinin o olduğunu bile anlayamadım. Şahin "Hünkarım!" diye avazı çıktığı kadar bağırıp diz çöktüğü sırada hem kardeşinin hem de zehiri içerek gerçek bir Juliet'e dönüşmek üzere olan Fahriye'nin canını kurtardı. Sultan Ahmed'e sözünü tutması için yalvarıyor ve hayatta kardeşinden başka hiç kimsesi olmadığını söylüyorken şimdiye dek gurur, öfke ve hırs dışında fazla bir duygusuna tanık olmadığımız Şahin'de dehşeti, paniği, sevgiyi, çaresizliği bir çırpıda, peşpeşe ve çok yoğun olarak görebildik.
Gerçek olaylara dayanan, tarihi bir dizi izliyor olmanın konforuyla bölüm sonu geriliminin nasıl sonuçlanacağını tahmin edebiliyoruz elbette. Bu nedenle Ahmed'in yaşayıp yaşamayacağı çok büyük bir merak konusu değil. Yine de Fahriye Sultan'ın Ahmed'i zehirlemesi sahnesinde küçük Mustafa badem ezmesini iştahla yerken yüreği ağzına gelmeyen var mıdır? Ya da Fahriye'nin, aşık olduğu adamı kurtarmak için kendi yeğenini öldürmeyi göze aldığı ve Şehzade Mustafa'nın bile zehirlenebileceği olaylar zincirini başlatmış olan Halime Sultan'ın söylediği "Hangisi daha zor, canının parçasının ölümünü görmek mi, ölümünü beklemek mi?" sözlerini hatırlamayan?