Siyah Beyaz Aşk Replikleri - 672
Ferhat - Hani dedin ya sen bana, böyle, dilini bilmediğin bir ülkede yaşıyorsun diye, haklısın. Harbiden haklısın yani. Ben bu dili bilmiyorum. Ne bu dili öğrenmeye zamanım ne de şansım oldu işte. Hayatımdan çok kadın geçti benim, biliyor musun? Öyle, kadın olarak ama. Geldiler, geçtiler işte. Kimi yüzüme baktı, aşık oldu; hani sert adamız ya, güçlüyüz ya, kimi de sertliğime, gücüme aşık oldu. Ama sen... Sen benim çirkinliğime, güçsüzlüğüme aşık oldun. Ben senin saçına dokundum, sen benim anılarıma... Beni senin dudağından öptüm, sen benim yaralarımdan... "Ben insanı yaralarından tanırım" demiştin ya doktor, harbiden helal olsun yani sana. Harbi, tanıyormuşsun yani. Bazen, hani kalbi kırılır ya insanın... Kalbi kırılır ya hani, ama fark etmez. Bir gün çocuktum. Düşmüşüm, kolum kırılmış. Tabi, fark etmedim. Yola devam, sıkıntı yok. Sonra birisi "kolun kırılmış, baksana" dedi. Bir baktım, kol böyle sallanıyor tabi. Kırığın acısı sonradan çıkar ya, kalp kırıklığı da öyle yani. Kalp kırıklığı da öyle bir şeymiş. Ta ki biri sana ayna tutuncaya kadar. Anlayamıyorsun tabi, bilmiyorsun o duyguyu. Hatta kalbini kimin kırdığını bile bilmiyorsun işte. Kırık kalple yaşanır mı be, doktor? Sen bilirsin, doktorsun. Yaşanır mı? Eyvallah. Bir gün belki, sana bunları uyanık olduğunda da anlatabilirim. Çirkine de yakışır belki güzel sözler, belli mi olur?
Korku
Ferhat - Yol boyunca ağzını bıçak açmadı...
Aslı - Korktum çünkü.
Ferhat - Korkmadım demiştin?
Aslı - Doğru. Korkmadım. Korkmadığım için korkuyorum zaten. Biraz karışık galiba.
Ferhat - Belki de değildir.... Yani.
Aslı - Beni ben olmaktan çıkarıyorsun demiştim ya sana, hatırladın mı? O zaman korkuyordum işte. Çok korkuyordum. Hayatımda hiç yaşamadığım şeyler, silahlar, patlamalar, pis pis adamlar, olaylar. Ama dün akşam öyle değildi işte. Silah tuttum, şarjör değiştirdim, bizi öldürmeye çalışan her kimse onun peşine düştük senle. Ve ben korkmadım. Öyle...
Ferhat - Sence ben severken öldürür müyüm? Öldürür müyüm? ... İç çayını iç, soğumasın...
Sevgi ve Nefret
Yeter - Yiğit'e herşeyi anlattım.
Namık - Sen ne saçmalıyorsun Yeter?
Yeter - Zaten bilmek hakkı değil miydi? Ferhat'ın da, Gülsüm'ün de... Çocuklarımın bunu bilmeye hakkı yok muydu? Vardı. Vardı ama sen o hakkı benden aldın. "Sus" dedin, sustum. Ama buraya kadarmış! Artık bıçak kemiğe dayandı. Yiğit senin Ferhat'ın babası olduğunu öğrendi. Bundan sonra senden nefret çok büyük bir sebebi daha olacak. Onu tanırsın... Adaletten, doğruluktan yanadır her zaman. Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelecek. Ve sen hiçbir şey yapamayacaksın. Anladın mı? Sonun geldi Namık Emirhan. Sen bittin.
Namık- eni bitirmeyi bu kadar mı istiyorsun? Bir zamanlar deli gibi aşık olduğun adamı?
Ferhat - Belki de değildir.... Yani.
Yeter - Sevgi ve nefret eşit derecede güçlü.... O yüzden biri diğerine kolayca dönüşebiliyor. Namık... Abi...
Dipsiz, karanlık bir kuyuya düşer gibi
Yiğit - Ferhat beni bırakıp gittiğinde, terk ettiğinde yani, kendimi aldatılmış, kandırılmış hissettim. Yıllarımı aldı benim, özlemi öfkeye çevirmek."Öfke işte bu" dedim kendi kendime. "Kırgınsın, kızgınsın, öfke işte!" Şimdi? Her şey bir yalan. Bütün hayatım, bütün inandıklarım, Namık Efendi'nin benim dayım olduğu yalan. Namık, Ferhat'ın babası. Üç, beş cümle... Sadece üç, beş cümle bütün bildiklerini, inandıklarını, sevdiklerini boşa çıkarıyor. Sanki tutunduğum dallar kırıldı. Hani bir rüya görürsün ya yüksekten, bir yerden düştüğünü... İçin kalkar böyle. Uyanırsın hemen. Ben dün akşamdan beri düşüyorum, düşüyorum, düşüyorum... Sanki dipsiz, karanlık bir kuyuya düşer gibi... "Yok mu" diyorum ya, "bir zemin? Çakılsam, parçalansam, paramparça olsam..." Olmuşum.
Kanıyla değil, canıyla
Suna - Tamam, gerçekten çok zor. Çok haklısın. Bu kadar şaşırmanı da anlıyorum. Ben de çok şaşırdım. Ama yıkılmanı anlamıyorum, Yiğit. O senin ağabeyin. Aynı babadan olmayışınızın ne önemi var? Bak, sen şuraya sor. Orası ne diyor? Bundan on yıl önce sen de benim için, böyle sokaktan geçen adamın biriydin. Ama şimdi istesen canımı veririm ben senin için. Çünkü insan kanıyla değil, canıyla sever. Sen onu ağabey bildin, o seni kardeş bildi. Bu kadar basit.
Yiğit - İyi de, bilmeye hakkı var, Suna.
Suna - Öğrenince ne olacak, Yiğit?
Yiğit - Ben nasıl bakacağım onun suratına?
Suna - Her zamanki gibi özlemle...Senin "öfke" dediğin ama hepimizin bal gibi bildiği o özlemle bakacaksın.
Semih
Cüneyt - Gençken ne oynardım var ya... Böyle karambole marambole sayı falan da yok ha... Üç bant... Uzun, kısa, uzun ve sayı... Bizim bi Semih vardı. Onla oynardık. O ondan sonra yürüdü gitti... Bazen hedefe direkt ulaşmazsın. Etrafından dolanırsın. Böylesi daha şık olur...