Sen artık büyümüş bir çocuksun

Aileni seçemezsin derler. Doğrudur. Ne içine doğduğun hayatı ve kimliği ne de sana onları veren insanları seçebilirsin. Berrak bir su damlası gibi başladığın bu hayatta seni avuçlarının içinde sevgiyle korumaya çalışan bir aileye de sahip olabilirsin, hayatın yırtıcılığını onların ellerinde yaşayacağın ve sana kimseye güvenmemen gerektiğini doğduğun andan itibaren öğretecek bir aileye de. Güven içinde, şefkatle, sevilerek ve büyümeyi hep erteleyerek yavaş yavaş da büyüyebilirsin, ilk kelimelerinle birlikte dişlerini sıkmayı da öğrenerek doğduğun anda da büyüyebilirsin..
Her neyin içine, nasıl bir aileye ve hayata doğmuş olursan ol (eğer biraz olsun şanslıysan) seninle bütün bunları birlikte yaşayacak; seninle aynı hayata, aynı ailenin içine gelmiş biri daha da vardır yanında: kardeşin. Dünyanın bir yerinde, bir zamanda sadece sizin paylaşacağınız, geri kalan milyarlarca insanın asla anlamayacağı, yaşamayacağı bir deneyimi paylaştığınız; 'büyümek' denen bu yolculukta elele tutuştuğunuz yol arkadaşındır kardeşin. Bu yüzden de ömür boyu karşılaşacağın herkesle kuracağından çok daha özel bir bağ vardır aranızda. Kan bağınız olsun ya da olmasın, senin 'sen' oluşunun yol arkadaşıdır o. Oyunlarla, neşeli kahkahalarla dolu da olsa; sızılar, yaralar, diş sıkmalarla ve dayanmayla dolu da olsa seni sen yapan tüm anılarda o da vardır. Bu yüzden kardeşinden kopmak, kaybolmaktır.
Büyüdükçe, hayatın size getirdiği yeni şeylerle karşılaştıkça ters düştüğünüz, ayrı yönlere baktığınız zamanlar olsa da onun senin elini tuttuğunu bilirsin. Sen de onun elini hiç bırakmadan, sıkı sıkı tutarsın. Birlikte büyürken ne zaman sen düşsen o kaldırır, ne zaman biri onun canını yakacak olsa sen girersin araya... Tıpkı ağabeyinin ve senin olduğunuz gibi... Güvenli ve sevgi dolu görünen, bilinmezlerle dolu kocaman, flu bir hayattaki yol arkadaşın, ağabeyin.. Sen sekiz, o on iki yaşındayken ondan ayrılmamak uğruna kendini çatıdan attığın, sen yaralı bacağının üstüne basamadığında seni ölene kadar taşıyacağını söyleyen ağabeyin.
Sen büyümeyi erteleyebilmiş şanslı çocuklardandın. Ne dayanmak zorunda olduğun bir karanlığa doğmuştun ne de başka hayatların yükünü sırtlanmak zorunda kalmıştın. Seni seven, her şeyden koruyan ve her zaman sırtını yaslayabileceğini, güvenebileceğini bildiğin bir ailen vardı. Düştüğünde seni kaldıran ağabeyin, yarana üfleyen ve acısını öperek geçiren bir annen, kahramanım dediğin bir baban... Öyle şanslı bir çocukluktu ki bu, yıllar geçip hem annenin hem babanın ölüm acılarını yaşayacağın gün geldiğinde bile henüz büyümek zorunda kalmamıştın. Babanın ölüm acısını anlatırken, derdini dinleyen balıkçıya "Ben artık babasız bir çocuğum." dediğinde o da sana 'artık büyümüş bir çocuk' olduğunu döylemişti. Ama aslında, ölüm acılarını yaşamış olsan da sevdiklerinin hiçbirini, onların sendeki yerini, onlara olan inancını, güvenini, sevgini, yani onları kaybetmemiştin. Sana güzel anılar bıraktıysa biri, onu hatırladığında kendini iyi hissediyor ve onu özlüyorsan, onu kaybetmemişsindir çünkü. Ve sen bütün bu acılara rağmen hâlâ anne babanın küçük oğlu, ağabeyinin küçük kardeşiydin; büyümek zorunda kalmamış bir çocuktun.