Başta Külkedimizin sandık ama hikâye büyüyüp serpildikçe anladık ki, bu hikâye aslında Külkedisi'nin değil, Prens Charming'in hikayesiymiş:
Ömer'in geçmişi, Ömer'in duvarları, Ömer'in yalnızlığı, Ömer'in bağımsızlığı, başarısı, Defne'si, Şükrü'sü, Sadri Usta'sı, küs dedesi, yengesi, amcası, kuzeni, İzi, yıldızı, dehası, tasarımları, evi, gizli odası, her güne özel kahvaltısı, sebze suyu, pazı sarması, kırmızı biberli çikolatası, kimse bilmez fıstık ezmesi, ensesi, şiirli italyancası, kayıp başucu kitapları, sihirli müzikleri, sporu, lise basketi, dayandığı golfü, güncel küreği...
Sevmedik mi, sevdik. Halâ da seviyoruz.
BİLAHARE...
Neden sevdik diye, iki yazı evvel "Defne'yi sevmesi" dedikten sonra bilahare demiştik, işte "Defne'yi sevmesi"ne birkaç ek:
O peluş ayıcık hissi veren mi dense, ne dense, vurdu mu deviren ses tonu: "Döfnö gütmö, kol bu göcö"
O tonu vurgulaması (Notaya bir şeye döküp şifresini çözmeli). Anlamca: Aşk tutku sıcak derin, vurgusu "Umurumda değil" şeklinde pervasız, aldırmaz, serin. Efelenme dense... Değil de... "İstersen her an arkamı dönüp de gidebilirim, seninim evet ama tam senin de değilim, olmayabilirim..." Anlamla ifade arası yüz seksen tane boncuk derece içeren iki kutuplu, gerilimli bir hâl: Ne gidebilirsin, ne kalabilirsin, ne bekliyorsun o da belli değil türünden kalbin ağzında, her an tetikte bırakan çekici bir manyetik alan... Ne diyelim, kapıldık gidiyoruz bahtımızın rüzgârına. Rüzgâr demişken...
O yürürken savrulan ceketler, ne oluyor efendim? "Alt tarafı yürümek, ne bu rüzgâr," demiyor, yürüyor işte adam. Lütfen. Öyle de bir yürüyor ki, orayı burayı kaplıyor, "İstersen yer açma, ben ve rüzgârım geliyoruz, geliyorum" diyor.
Başka başka.. Sinirlense de ağzını bozmaz, küfür etmez, sabrını korur hali, alt dudağa sınır çekme hareketi, yana bakma, tatlı gülme, kısa cümlelerle çok şey söyleme, zarif imalar... Enstrümanları say say bitmez bir senfoni..
Passionis çatırdağından beri, en başlardaki muzip, ayakları kanatlanmış, kendisi çiçek açmış kiraz ağacı enerjili Ömer, durgun yorgun savaşçı pest tondan bir Ömer İplikçi oldu, gam mı? No: "Ömer işte..."
O da önce saymıştı Defneyi, Şükrü'ye, "O saçmalamaları, heyecanlanmaları, tatlı tatlı konuşmaları" bir şeyler bir şeyler... diye. Sonra İz sorunca "Ne var bu Defne'de?" diye, aşk önce dile vururmuş, derine inince de sustururmuş hesabı düşünmüş düşünmüş "Defne işte..." demişti... O hesap...
Bir tek aşk konusunu yavaş kavrıyor, o da kimbilir, belki mizaçtan, belki tecrübesizlikten. Patron-asistan konusundaki mantıkta haklıydı. O da Ömer'in çelişkisi, yan çizmesi. Bahsi geçen patron "Sinan" olunca, iş yerinde bu tip ilişkilere sıcak bakmıyoruz, kendimiz olunca, kimseden saklayacak bir şeyimiz yok. Tabii tabii. Run Ömer Run.
Defne'nin bir başka iyi huyu da kin tutmaması, barışçıl, uyumlu olması. Adalet güzel şey ama barış da güzel şeymiş.
Neticede, buraya kadarki hikâyede Defne'nin haklı noktaları olsa da gelgitleri yorucu oldu. Ayrıca kendini korumaya çalışırken, "Önce ben sonra Ömer," dedi, uzun süre. Ömer ne zaman Defne'nin zaten bildiği şeyleri sayıp döktüğünde hak verip "Doğru" dese de, ilk tökezde bunları unutup kendini yine kıskançlıklara vs.ye kaptırdı. Mantığına ya da duygularına kaptırsa ikisinin de yolu Ömer'e çıkacak ama öyle de yapmadı uzun süre. Gelgit'in bile bir tutarlığı olmalı.
En azından bir süre tutarlı davranabilse iyi olacak, işte o zaman Defne de sevmelere doyulmayacak.
IZZY COME IZZY GO ??
İz'e uydurup "aniden gelir, aniden gider..." diyelim.
O tüfek gösterildiyse o boş tarihli bilet verildiyse... O yolculuk yapılacak. Yapılacak sanırız da...
Gösterilmesine rağmen bekleye durduğumuz şeyler de var, acep bağlanır mı bir yerlere... Mesela Ömer'le Ekmekarası'nın karşılaşması, Ömer'in Defne'ye eziyet ettiği, finalde bardak kırdırdığı bölümde.
Ya da Neriman Defne'lere Ömer'in dedesini getirecekti hani, ne oldu? (Ömer'in dedesi ile Defne'nin annanesi de bir başka ilk görüşte aşk olur mu... üçlü dörtlü düğünler...)
İz'in Ömer'e "Tarih yok, ne zaman istersen gel, ben beklerim, ya da yanında istersen, gel dersen gelirim," demesi dokunaklıydı. Galiba bu kez gelişi bileti gibi tarihsiz, bir daha gitmemek üzere olacak, hayatının bütün sonrasında bir tek Ömer olsun diye.
İz'le Ömer arasındaki elektrik güzeldi aslında, birbirlerine yakışıyorlardı da. Bir de flashbackle anılarını kısa da olsa canlandırsalardı, Ömer ve Sinan'ın ilişki geçmişini verdikleri gibi. Sanki "eski" İz ve Ömer onca söze rağmen, tam hissedilmedi, bir şeyler eksik kaldı.
İz belki de "Biz İz ve Ömer'iz" demek yerine "Ömer'in iziyim" deseydi, erkeğin kalbine giden yolun midesinden de geçtiğini gördüğümüz bu hikâyede ataerkil bir gol atmış olurdu.
Bir de İz'in minik tatlı sesiyle "çav çav", "hello" selamları tatlıydı, uçucu, havai, dinamik bir enerjisi vardı. Ayrıca kartlarını açık oynuyor, açık sözlü, kibâr. Rakibine karşı tutumu da düşmanca değil, onlar da hoş.
Bu dizinin kadınları hep azimli, kararlı, aktif, güçlü cinsten. Nerimanı, Sudesi, Yasemini, İzi, Defne'nin annanesi Türkân, hatta Nihan ve kedicik Defne bile.
İz Ömer'e seni Marsilyaya götüreceğim dedi, anlaşılan bunu da yapacak işte. Neriman da dediğini yapacak, belki Sude de. Bu yolda türlü çaba, zahmet, hatta elde ettiklerinde de kısa süre sonra kaybedecekler belki, ama en azından bir süreliğine başarmış gibi... - 1001 Tv
ONLAR YAPMADI SEN YAPTIN
Bu bölümle birlikte iki su birlikte akacak: Biri aşkın ılık tatlı suyu, diğeri er geç hükmü bitip gerçeğe teslim olacak yalanın acı soğuk suyu.
Ha öğrendi ha öğrenecek Ömer herşeyi. Zavallı Ömer yıkılacak. Ömer bu yalanları haketmek için ne yaptı? Hem hiçbir şey yapmadı, hem de çok şey yaptı. Bir kere hikâyeyi o başlattı. Suyu o bulandıran ilk taşı o, Sinan'ın deyişiyle: "Günahsızımız" attı.
Yalana karşı olduğu hemen her bölüm orada burada işaret levhası gibi karşımıza çıkan Ömer söylediği yalanla bu hikâyeyi başlatan kişi bizzat.
Uyku uykunun mayası, yalan yalanın anası demişler. Ömer'in yalanı, önce Neriman'ın sonra Defne'nin, derken Sinan'ın, Necimi'nin yalanlarını doğurdu.
İşte Ömer'in yalanı. Yer: Manu. Ömer ve karşısında sosyetik güzel. Neriman yengesi de bir köşede onları gizliden gözlemekte. Ömer Neriman yengesinin ısrarıyla buluşmaya gelmiş ve birden kadından kurtulmak için yalana sarılıyor. Pardon Defne'ye. Sarılmakla kalmıyor, bir de öpüyor, uzuuun uzuuun. İşte işin yalandan çıkıp gerçeğe döndüğü kısım. Neriman da durumu orada yakalıyor zaten. Kimse kimseyi yalandan böyle öpmez. Lütfen yani. Ömer bu kıza boş değil. Gönlü kaymış gitmiş ama kendi farkında mı, değil mi, kimbilir. Ömer adeta yalan gerçeğe dönsün diye uğraşıp duruyor. Yalan sevmez Ömer, ilk yalanında Defne'yi sevgilisi yapmışken ikincisinde de nişanlısı yapıyor. Gidişat, evlenmek için Ömer'den bir yalan daha gelecek gibi gösteriyor. Ama istatistikler yeni veri gelene kadar geçerli. Yani belli olmaz. Ha bir de... Dense ki, bunlar pembe yalan, mis kokulu, yumuşak, kalpçikli, cevaben denir ki, bir sözün nereden itibaren yalan sayıldığını Ömer mi belirleyecek, Greenwich mi kendisi? İlki sosyetikten kurtulmak içindi, ikincisi italyan müşterileri tavlamak için. Yani iki yalan da elzem değil. Defne'ninki gibi can derdi hiç değil. Daha çok Ömer'in belki farkında olmadan gerçek olsun istediği yalanlar. Defne onun sevgilisi olsun, nişanlısı olsun, eşi olsun, evi olsun; yuvası, hayatı olsun. Defne zaten güneş, izin versin Ömer de pervanesi olsun.
Neticede, 21. bölüm fragmanında bizzat dediği gibi, evlilik aşamasında, birbirine önemli sözler verme noktasında, hiçbir şey gizli kalmasın: Onca emek vererek bu yaptığını beğendin, değil mi Ömer?
RUNAWAY BRIDE DEFNE
Ömer'in kışı ayrı da, asıl Defne'nin kışı geliyor gibi. Ya Defne, Neriman İplikçi'nin ördüğü örümcek ağından kaçamayıp düğün sonrası Ömer'i terkedecek, yani en büyük ve son kaçışını yapacak, ya da ilk günden bugüne Demokles'in kılıcı gibi Defne'nin tepesi başında sallanıp duran "Gerçek" düğün öncesi bir şekilde ortaya çıkacak, bu sefer de Ömer kaçacak. "Ver elini Marsilya" diyecek. İşin heyecanı ve görsel şöleni açısından, gerçek ortaya çıkmaz, bu düğün yapılır ve Defne yine Neriman'dan kaçacağı yerde Ömer'den kaçar gibi geliyor.
Defne Deniz'i baloda dansederlerken, hiçbir şey demeden öylece bırakıp gitti. İhanet ettiği günün sonunda Passionis'e de istifasını vermedi. Biriktirip ya da biriktirmeyip ani çıkışlar yapan insan. Masumken ve hakkını ararken harika, gizli iş çevirirken nahoş, fazla kendinden emin davrandığı zamanlardaysa uzak. Bazen tam aklına bazen tam duygularına teslim. Takip etmek zor. Çok dalgalı. Ama bu masalın rengi, ışıltısı, neşesi Defne;. o da ayrı... Sesi ve vurguları da tatlı mı tatlı... Defalarca aynı replikleri geri al al, dinle.
Bu bölümde bir sürü balo katılımcısının gönlünün edilmesi, Ömer'in işlerine nasıl doğrudan fayda sağladı, nasıl herşey halledilmiş oldu? Ne nasılı? Ne fayda sağladı, ne bir şey halledilmiş oldu. No, olmadı...
Ama bu iş bir yana, Defne çok zeki. Sinan da dedi zaten ama demese de belli: Sen o zamana dek belki bilgisayar bile kullanma, sonra gel titiz dakik pimpirik, dediğim dedik, söktüğüm iplik, çaldığım düdük, günü 24 değil 26 saat isteyen birinin özel asistanlığını dört dörtlük kıvır; hani ehliyetin olsa bile, en azından pratikte trafikte araba kullanmazken biner binmez araba mısın, bana mısın deme, sonra baloda dansın figürlerini hemen kap, döktür. Hızlı öğrenme, Defne'nin niteliklerinden demek ki. Yani biz bunları nasıl öğrendiğini görmüyoruz, ama bakıyoruz yapıyor.