Aşağı bakarsan uçurum

Gencecik pırıl pırıl bir kız, elindeki valizi kenara bırakıyor. Sırtındaki çantayı çıkarıyor. Yüksek bir binanın çatısının korkuluklarına çıkıyor. İleriye, önünde uzanan, artık ona ulaşılmaz görünen hayata ağlayarak bakıyor. Yanında, endişe ve merakla ona ve çevresine bakınan küçük çocuğa "Bir oyun oynayalım mı seninle? Superman gibi uçmak ister misin?" diye sorarak elini uzatıyor ona ve yanına çağırıyor. Sonsuzluğa dönüşmüş, upuzun bir anda bir "ileriye hayata" bakıyorlar, bir de "aşağıya, uçuruma" çaresizliğe...
Fazilet Hanım ve Kızları'nda keyifle izlediğim Alp Navruz'un ve ekrana her zaman çok yakıştırdığım Alina Boz'un birlikte ortaya koydukları enerjiyi sevdim. Fiziksel olarak da, oyunculuk olarak da uyumlu bir çift vardı karşımızda. Azra'nın ve henüz hakkında hiçbir şey bilmesek de, bencil, kibirli, kibar ama saygısız biri olduğunu kısa sürede anladığımız Cenk'in ilişkisinin bu çizgide gelişmesini ve birkaç bölüm daha bu tonda izleyebilmeyi isterdim ama her ikisinin hikayesi de, böyle eğlenceli bir tonun sürmesine izin veremeyecek kadar dram yüklüydü. Ağırlıklı olarak Azra ve ailesinin başına gelmek üzere olanları izlesek de, Cenk'in ailesiyle ilgili geçmişten gelen sorunlarına da paralel olarak tanık oluyorduk bu esnada.
Azra ise, Cenk'e benzer bir şekilde küçük yaşta annesini kaybetmiş. Restoran sahibi babası, ikinci bir evlilik yapmış. Azra'nın otizimli küçük bir kardeşi ve üvey annesinin önceki evlilğinden bir üvey kız kardeşi var. Birlik içinde, mutlu bir ailesi ve mutlu bir hayatı var Azra'nın. En azından Azra'nın inandığı bu. Babasının boğuştuğu maddi güçlüklerden; iflasın eşiğine geldiğinden; babasının en yakın arakadaşı tarafından dolandırıldığından habersiz. Daha da kötüsü bu maddi güçlükleri bir şekilde hep birlikte aşmaya çalışabilecekken üvey annesinin her şeyi daha da güçleştiren, babasını çıkmaza sürükleyen bir insan olduğundan, bencilliğinden de habersiz. Azra'nın hayatını tepetaklak eden, dizinin enerjisini bir anda değiştirip izleyenleri koltuklarına çivileyen trajediler silsilesi bu noktada başlıyor işte. Azra'nın babası borç batağına saplanmışken elektrik kontağından kaynaklı bir patlamayla, kendi doğum gününde ölüyor. O ana dek, tek derdi babasına doğum günü pastasını zamanında yetiştirmek olan Azra, annesinden sonra "bana pes etmemeyi, hemen yıkılmamayı senden öğrendim" dediği babasını da kaybediyor. Yaşadığı zorluklar bununla da bitmiyor. Bu acıyı paylaşarak birlikte göğüsleyeceklerini düşündüğü üvey annesi onu kardeşiyle birlikte kapı dışarı ediyor. Sigortadan gelecek olan yüklü ödemeden habersiz olan Azra'nın eline biraz para sıkıştırarak, babasını dolandıran Mesut'un evine gönderiyor onları. Mesut'un eşi tarafından pek iyi karşılanmayan Azra, otizmli kardeşine şiddet gösterilmesiyle gecenin bir yarısı oradan da ayrılmak zorunda kalıyor. Ceplerindeki parayı da çaldırınca çaresizlikle burun buruna gelip, işte o çatıdaki duvarın üzerine çıkıp, göz yaşları içinde atlamayı düşünürek kardeşine elini uzattığı o ana varıyor.
Cenk'in geçmişten gelen ve henüz bir büyük patlama yaşamayan sorunları, Azra'nın hızla büyüyerek çığa dönüşen güncel sorunlarının gölgesinde kaldı ilk bölümde. Ama karakterin büyük iç kavgaları, dizginleyemediği bir asabiyeti, derin bir melankolisi olduğunu görebilmemiz ve hikayesinin derinleşeceğini anlamamız için de fırsatlarımız oldu. Özellikle bölüm boyunca Azra'yla biraraya geldiği az sayıdaki sahneden birinde söylediği söz, bölümün başında Azra'nın yaşadığını gördüğümüz ve bölüm boyunca o noktaya varışını izlediğimiz o çaresizlik karanlığına Cenk'in çoktan varmış olduğunu, yaşadığı çalkantıları anlatıyordu bize:
Bölümün en etkileyici sahnesi de bu kesişmeyi, bu iki hassas ruhun hayatlarının dönüm noktası olan olayların benzerliğini görebildiğimiz sahneydi. Azra'nın patlama haberini alarak koşup geldiği ve babasının cesediyle karşılaştığı, tüyleri diken diken ederek feryat ettiği anda, ona ulaşmaya çabalarken olayı duyarak gelen Cenk'in gördüğü manzara karşısında kendi dönüm noktasını, babasının ölüm anını hatırlayışıydı. İki ana karakterimizin hikayelerinin birleşmesi de aslında bölüm boyunca süren valiz-bavul kriziyle değil, bu ortak acı anıyla oldu. Cenk, artık Azra'ya karşı herkesten daha yakın hissediyordu kendini.
İlk bölümde yaşanan hikaye genişliği, bu hikayeler işlenirken yaşanan odaklanma problemleri ve bazı kritik karakterlerin alt yapısız ve inandırıcılıktan uzak işlenişi gibi sorunlarına karşın, duygusal olarak gittikçe derinleşeceği belli olan Elimi Bırakma büyük bir potansiyele sahip.