1001 Tv > 1001 Yorum > Kılıç Kardeşlerin Vedası

Kılıç Kardeşlerin Vedası

Işınla Bizi Scotty | 20.05.2015 | Şeref Meselesi
Şeref Meselesi

 "Şeref Meselesi" Pazar akşamı, yirmi altıncı bölümüyle ekrana veda etti. Büyük iddialarla başlayan, İtalya'da büyük başarı kazanmış "L'Onore e Rispetto"dan uyarlanan dizi beklendiği noktaya ulaşamamış ve erken final kararı alınmıştı. İntikam, mafya, adalet konularını ve aşk çıkmazlarını işliyor gibi görünse de temelde ve özünde iki kardeşin ilişkisi, hayatı algışlayışları, onunla mücadele ediş biçimlerindeki farklılıkları, yaşadıkları trajedilerin onları  ayrı yönlere savururken bir yandan da karşı karşıya ve biraraya getirişini konu ediyordu. Final bölümü de bu iki kardeşin birbirine vedasıydı aslında.

 Çok sayıdaki mantık hatasına karşın duygusal açıdan oldukça güçlü, izlemesi bile çok kolay olmayan bu gösterişli vedada, yaratmak için özenle uğraşıldığı belli olan hüzün ve çaresizlik duygusunun yanı sıra, en öne çıkan unsurlardan biri de tüm oyuncuların üstün performanslarıydı. Ama bölümün yıldızı şüphesiz Şükrü Özyıldız'dı. Emir'in, Yiğit'in ölümünün ardından yaşadığı acıyı ve çaresizliği öyle gerçekçi yansıtmıştı ki o, ekranda hıçkıra hıçkıra ağlarken ekran karşısında da göz yaşlarını tutabilmek imkansızdı.

Önceki "Şeref Meselesi" yazılarında da söz ettiğim gibi bu dizinin en büyük artılarından biri ekranda görmeye alışık olduğumuzun çok üzerinde güçlü ve doğal oyunculukları bize sunabilmesiydi. Daha önce de bu dizideki performansına bakarak Şükrü Özyıldız'ın çok yetenekli ve yetkin bir oyuncu olduğunu düşündüğümü söylemiştim ama final bölümündeki başarısının ardından bu konuda hiç şüphem kalmadı. Veda bölümü, onun sarsıcı ve gerçekçi duygu aktarımı olmadan amacına tam olarak ulaşamayabilirdi. Şükrü Özyıldız'ın son yıllarda ekrana gelmiş en yetenekli ve potansiyeli en yüksek genç oyunculardan biri olduğunu düşünüyorum. Umalım ki bu potansiyeli sonuna kadar kullanabileceği güçlü projelerle karşılaşsın.

Genel olarak, yan rollerden başrollere kadar, oyunculukların üst düzey olduğunundan hep söz etsek de hiç sorunlar yaşanmadı değil elbette. Bu bir sinema filmi değil, yaklaşık 2,5 saatlik her bölümü bir haftadan kısa sürede çekilen ve senaryonun reytinge ya da üzerine alınan kararlara bağlı olarak ani değişiklikler yapılabildiği bir dizi projesiydi nihayetinde. Zaman zaman oyuncuların, karakterlerinin tutarlılığını sağlamada ya da derinleşebilmede sorunlar yaşadıklarını gördük. Örneğin Özyıldız'ın son haftalarda bir konsantrasyon sorunu var gibi görünüyordu. Erken final kararı alınmasıyla birlikte meydana çıkmış olabilir bu durum ama sezon boyunca sürdürdüğü özeni çok koruyamadığı sahneler oldu.

Kübra'yı canlandıran Burcu Biricik'in de karakterinin yaşadığı değişimi yansıtırken fazla savrulduğu, Kübra'nın karakter sınırlarının çok dışına çıktığı ve bu anlamda tutarsızlıklar yaşadığı dönemler oldu. Yine de söz konusu dönemlerde, neredeyse başka bir karakteri canlandırıyor gibi görünse de doğallığını ve etkileyiciliğini hiç kaybetmedi.

 Kerem Bürsin'in Yiğit'i canlandırmak konusunda zorlandığını hissettim hep. Yiğit çok iddialı, güçlü bir karakterdi ve çok derinleştirilebileceği gibi yüzeysel, basmakalıp olma riski de taşıyordu. Bu tehlikeli sınırda gezerken oyuncunun, uzağında yetiştiği için yabancısı olduğu bir kültürde, yabancısı olduğu yaşam tarzına, konuşma biçimine, vücut diline çok da hakim olamaması, aynı anda hem kasabalı-mahalleli bir genci hem de iddialı bir mafya üyesini canlandırmaya çalşırken zorlanması anlaşılır bir durum elbette.

Bürsin, Yiğit rolünün gerektirdiği karizmayı sağlayabilmekte başarılıydı. Söz ettiğim zorlukları unutup kendini karakterinin duygusuna bırakabildiği sahnelerde (Baba, anne ve Sibel'in ölümlerinde ya da ülkeyi terk ettiği-geri döndüğü bölümlerdeki bazı sahnelerde olduğu gibi) gerçekten inandırıcı ve etkileyiciydi ama genel olarak çok akmayan, fazlaca çalışılmış-hazırlanılmış ve öğrenilmiş görünen bir performanstı onunkisi.

 Şükran Ovalı'nın canlandırdığı Derya karakterinin senaryodaki yeri, rolü ve ağırlığı değişip durdu sezon boyunca. Bazen sadece en yakın arkadaş diyaloglarıyla sınırlı kaldı bazen mafya çatışmasının orta yerinde kritik bir rol oynadı. Bu süre boyunca görevini, fazla öne çıkmadan layıkıyla yerini getirmişti ta ki erken final kararı alınan dizide köklü değişikliklere gidilene kadar.

Son bölümlerde, Derya'nın Selim'le arasında hızla gelişen gelgitli ilişkiye çok hatrı sayılır bir zaman ayrılmaya başlayınca Şükran Ovalı da kendi yan hikayesinin başrolü olarak tüm marifetlerini sergileme imkanı buldu. Final bölümünde de ortaya koyduğu gibi, Ovalı bir yandan etkili bir dram oyuncusu ama son dört beş bölümde gördük ki aslında komedi için yaratılmış. Güzel bir romantik-komedi projesinde harikalar yaratabilir.

 Hikayenin yan karakterlerinden Selim ve Ender'i canlandıran Uğur Uzunel ve Baki Çiftçi'ye gelince, akla ilk gelen kelime "doğallık" oluyor. Her iki oyuncu da, ama özellikle Baki Çiftçi, inanılmaz doğal oyunculuklarıyla bu iki karakterin gerçekten Balat'ta yaşayan ve bir şekilde bunca olayın ortasına düşüvermiş iki genç olduğu hissini veriyor.

Selim ve Ender karakterlerinden özellikle biraz bahsetmek istiyorum. Dizinin başından beri az ya da çok ve zaman zaman oldukça da önemli olaylarda (Yiğit'e ihanet etmesi istenen Selim'in içine girdiği çıkmazlar ve Yiğit'in Selim'i öldürdüğü düşünüldüğünde Ender'in yaşadıkları gibi) yer alan bu karakterler izleyicinin belki de en yakın olduğu, bütün bu adalet-intikam-mafya kavgalarının arasında sıradan insanı temsil eden karakterlerdi. Yiğit'in intikam ve yükselme amacıyla çıktığı yolculuğa bir şekilde onunla ya da onun gölgesinde katılmışlardı. Selim bu yolculuğu, 23. bölümde Yiğit'in talimatıyla ortadan kaldıracakları bir cesedin başında şöyle açıklıyordu:
-Senin yerinde ben de yatıyor olabilirdim. Kendini (yazıda bip imkanı olmadığından bu kelimeyi yumuşattım) sağlama almak için birinin yanına gir, sonra herifi korumaya çalışırken öl. Allah arkandan ağalayanlara sabır versin.

Selim kendi durumlarını da çok güzel özetleyen bu cümlelerden sonra, gizlice gömecekleri cesedin başında dua ediyordu. 

 Aslında müzisyen olma hayalleri kuran ve bir şekilde Yiğit'in peşine takılan Ender de, "serserilik"ten başka bir meziyeti olmayan Selim de o güç dünyasına uyum sağlayamadılar hiçbir zaman. İçine girdikleri hiçbir durumda ne yapacaklarını bilemediler; şaşkın, tedirgin, kararsız etraflarına bakınıp Yiğit'e sığındılar. Ne giyinişleri ne konuşmaları ne tavırları ne kişilikleri değişip uyum sağladı bu dünyaya. Çevrelerindeki herkes koyu renk güneş gözlükleri, uzun pardesüleriyle slow-motion hareket ederken onlar ağızlarının ucunda mırıl mırıl bir küfür, korkmuş yüzlerle birbirlerine baktıp sordular:
-Abi n'apıcaz şimdi?
-Ne bileyim oğlum ben!


Kardeşimiz, arkadaşımız, dedikleri, büyük sadakatle bağlı oldukları Yiğit'le gerçekte eşit olmayan, dengesiz ve tek taraflı bir dostluktu ilişkileri:
-Abi ne cesedi, ceset nerden çıktı?
-Soru sorma da ne diyorsam onu yap, Selim! Sana ne diyorsam onu yap, dedim!

Yiğit onları hep koruyup kolladı; gerekirse her ikisi için de canını feda edebilecğini de hissettirdi ama kendilerini "kardeşiz biz" diye avuttukları samimi, dostane ve eşit ilişkiye de hiç girmedi onlarla. Sonunda da Yiğit'in aldığı kararlara bağlı olarak başladıkları yere döndüler yeniden.

Selim, Ender'e kıyasla biraz daha şanslıydı bu dizide. Hem kısa menzilli de olsa, daha sorgulayıcı ve isyankar bir karakterdi hem de sonlara doğru dizinin yaptığı keskin virajlar ve açılımlarla Derya'yla kendilerine ait bir romantik-komedinin baş kahramanı olarak oldukça geniş bir yer edinebilmişti. Ender'se, hep o sanki seti gelip üstüne kurmuşlar gibi olan doğal haliyle kenarda kaldı biraz. 

 İzlerken çok keyif aldığım ve yakınlık duyduğum bu iki karakterin, bu hikayedeki yeri hep düşündürdü beni. Sürüklenen, savrulan, birilerinin gölgesine tutunmaya çalışan ama aslında hiçbir şeyi de beceremeyen bu insanların hikayesi neden esas hikaye olmaz da hep yan hikaye olur? Neden hep kısık gözlerle uzaklara bakan, öfkelendi mi gürleyip masaya yumruğunu indiren ya da güneş gözlüğünün altından kaşını kaldırıp tehditkar bakışlar savuran adamlar olur hep ana karakterler? Bu şaşkın, tedirgin, hep "yırtmaya" çalışan ama bir türlü olduramayan insanlar çok daha gerçekken üstelik..

 Daha önceki "Şeref Meselesi" yazılarımdan birinde de söz ettiğim gibi bu dizinin uyarlanmasındaki en büyük sorunlardan biri süreydi kuşkusuz. Böyle ağır, hüzünlü ve kasvetli bir dünyanın, derin bir hikayenin ve güçlü karakterlerin anlatılacağı bir dizinin 2-2,5 saat sürmesi mümkün değildi. Sadece gerekli konulara odaklanmış, süre doldurma amacıyla gereksiz şeylerle izleyiciyi meşgul etmeyen hiçbir dizinin uzun vadede bu sürelerde yayınlanması mümkün değil zaten.

Süre dışındaki en büyük sorunlardan biri de yapım firmasıydı belki de. Kanal D'nin iç yapımlarını hazırlayan D Productions, her zaman zor, sıra dışı ve kaliteli işler yapmak istedi ve böyle projelere kalkıştı. Ama giriştiği projeleri, özellikle de senaryoların seyrini doğru yönlendiremedi. Uyarlamaları da dahil, hemen hemen bütün projeleri, başta planlandığı gibi tam iki sezonu göremeden, hayal kırıklığıyla sonlandı. "Şeref Meselesi" başka bir yapım firması tarafından hazırlansa belki çok farklı sonuçlar elde edebilirdi ama başka bir yapım firması ve başka bir kanal böyle, bizim ekranlarımız için zor denebilecek bir projeye girer miydi?

 "Şeref Meselesi"nin, erken finale bağlı olarak, başarısız olduğunu söylemekten çok, umulan noktaya ulaşamamış, çok iddialı sonuçlar alamamış bir bir proje olduğunu söylemek daha doğru olur. Dizinin en büyük eksikliği, süre kısıtı ve reyting baskısı gibi nedenlerle tam yolunu bir türlü bulamayan, özellikle hikayenin polis-mafya ayağında büyük sorunlar yaşayan, alt yapısı oluşturulamamış ani hikaye ve karakter değişiklikleriyle kemik izleyicisini bile tam olarak tatmin edemeyen senaryodaydı elbette.

 Yine de her şey bir tarafa, ağır, hüzünlü, kasvetli bir dünya yaratmayı ve korumayı başaran çok şık rejisiyle, kurulan bu dünyaya büyük katkı sağlayan müzikleriyle, dizinin ruhuna çok şey katan mekanlarıyla, standardın çok üzerindeki oyunculuklarıyla ve adalet, intikam, aile, fedakarlık, güç gibi kavramları derinlemesine tartışmak arzusuyla, özellikle de "final" sözcüğüne yakışır duygu yoğunluğundaki vedasıyla "Şeref Meselesi" ve Kılıç Kardeşlerin hikayesi hep özel bir yere sahip olacak. - 1001 Tv

Şeref Meselesi

 Çok sayıdaki mantık hatasına karşın duygusal açıdan oldukça güçlü, izlemesi bile çok kolay olmayan bu gösterişli vedada, yaratmak için özenle uğraşıldığı belli olan hüzün ve çaresizlik duygusunun yanı sıra, en öne çıkan unsurlardan biri de tüm oyuncuların üstün performanslarıydı. Ama bölümün yıldızı şüphesiz Şükrü Özyıldız'dı. Emir'in, Yiğit'in ölümünün ardından yaşadığı acıyı ve çaresizliği öyle gerçekçi yansıtmıştı ki o, ekranda hıçkıra hıçkıra ağlarken ekran karşısında da göz yaşlarını tutabilmek imkansızdı.

Önceki "Şeref Meselesi" yazılarında da söz ettiğim gibi bu dizinin en büyük artılarından biri ekranda görmeye alışık olduğumuzun çok üzerinde güçlü ve doğal oyunculukları bize sunabilmesiydi. Daha önce de bu dizideki performansına bakarak Şükrü Özyıldız'ın çok yetenekli ve yetkin bir oyuncu olduğunu düşündüğümü söylemiştim ama final bölümündeki başarısının ardından bu konuda hiç şüphem kalmadı. Veda bölümü, onun sarsıcı ve gerçekçi duygu aktarımı olmadan amacına tam olarak ulaşamayabilirdi. Şükrü Özyıldız'ın son yıllarda ekrana gelmiş en yetenekli ve potansiyeli en yüksek genç oyunculardan biri olduğunu düşünüyorum. Umalım ki bu potansiyeli sonuna kadar kullanabileceği güçlü projelerle karşılaşsın.

Şeref Meselesi

 Genel olarak, yan rollerden başrollere kadar, oyunculukların üst düzey olduğunundan hep söz etsek de hiç sorunlar yaşanmadı değil elbette. Bu bir sinema filmi değil, yaklaşık 2,5 saatlik her bölümü bir haftadan kısa sürede çekilen ve senaryonun reytinge ya da üzerine alınan kararlara bağlı olarak ani değişiklikler yapılabildiği bir dizi projesiydi nihayetinde. Zaman zaman oyuncuların, karakterlerinin tutarlılığını sağlamada ya da derinleşebilmede sorunlar yaşadıklarını gördük. Örneğin Özyıldız'ın son haftalarda bir konsantrasyon sorunu var gibi görünüyordu. Erken final kararı alınmasıyla birlikte meydana çıkmış olabilir bu durum ama sezon boyunca sürdürdüğü özeni çok koruyamadığı sahneler oldu.

Kübra'yı canlandıran Burcu Biricik'in de karakterinin yaşadığı değişimi yansıtırken fazla savrulduğu, Kübra'nın karakter sınırlarının çok dışına çıktığı ve bu anlamda tutarsızlıklar yaşadığı dönemler oldu. Yine de söz konusu dönemlerde, neredeyse başka bir karakteri canlandırıyor gibi görünse de doğallığını ve etkileyiciliğini hiç kaybetmedi.

Şeref Meselesi

 Aslında müzisyen olma hayalleri kuran ve bir şekilde Yiğit'in peşine takılan Ender de, "serserilik"ten başka bir meziyeti olmayan Selim de o güç dünyasına uyum sağlayamadılar hiçbir zaman. İçine girdikleri hiçbir durumda ne yapacaklarını bilemediler; şaşkın, tedirgin, kararsız etraflarına bakınıp Yiğit'e sığındılar. Ne giyinişleri ne konuşmaları ne tavırları ne kişilikleri değişip uyum sağladı bu dünyaya. Çevrelerindeki herkes koyu renk güneş gözlükleri, uzun pardesüleriyle slow-motion hareket ederken onlar ağızlarının ucunda mırıl mırıl bir küfür, korkmuş yüzlerle birbirlerine baktıp sordular:
-Abi n'apıcaz şimdi?
-Ne bileyim oğlum ben!


Kardeşimiz, arkadaşımız, dedikleri, büyük sadakatle bağlı oldukları Yiğit'le gerçekte eşit olmayan, dengesiz ve tek taraflı bir dostluktu ilişkileri:
-Abi ne cesedi, ceset nerden çıktı?
-Soru sorma da ne diyorsam onu yap, Selim! Sana ne diyorsam onu yap, dedim!

Yiğit onları hep koruyup kolladı; gerekirse her ikisi için de canını feda edebilecğini de hissettirdi ama kendilerini "kardeşiz biz" diye avuttukları samimi, dostane ve eşit ilişkiye de hiç girmedi onlarla. Sonunda da Yiğit'in aldığı kararlara bağlı olarak başladıkları yere döndüler yeniden.

Şeref Meselesi

Selim, Ender'e kıyasla biraz daha şanslıydı bu dizide. Hem kısa menzilli de olsa, daha sorgulayıcı ve isyankar bir karakterdi hem de sonlara doğru dizinin yaptığı keskin virajlar ve açılımlarla Derya'yla kendilerine ait bir romantik-komedinin baş kahramanı olarak oldukça geniş bir yer edinebilmişti. Ender'se, hep o sanki seti gelip üstüne kurmuşlar gibi olan doğal haliyle kenarda kaldı biraz. 

 İzlerken çok keyif aldığım ve yakınlık duyduğum bu iki karakterin, bu hikayedeki yeri hep düşündürdü beni. Sürüklenen, savrulan, birilerinin gölgesine tutunmaya çalışan ama aslında hiçbir şeyi de beceremeyen bu insanların hikayesi neden esas hikaye olmaz da hep yan hikaye olur? Neden hep kısık gözlerle uzaklara bakan, öfkelendi mi gürleyip masaya yumruğunu indiren ya da güneş gözlüğünün altından kaşını kaldırıp tehditkar bakışlar savuran adamlar olur hep ana karakterler? Bu şaşkın, tedirgin, hep "yırtmaya" çalışan ama bir türlü olduramayan insanlar çok daha gerçekken üstelik..

Şeref Meselesi

 Daha önceki "Şeref Meselesi" yazılarımdan birinde de söz ettiğim gibi bu dizinin uyarlanmasındaki en büyük sorunlardan biri süreydi kuşkusuz. Böyle ağır, hüzünlü ve kasvetli bir dünyanın, derin bir hikayenin ve güçlü karakterlerin anlatılacağı bir dizinin 2-2,5 saat sürmesi mümkün değildi. Sadece gerekli konulara odaklanmış, süre doldurma amacıyla gereksiz şeylerle izleyiciyi meşgul etmeyen hiçbir dizinin uzun vadede bu sürelerde yayınlanması mümkün değil zaten.

Süre dışındaki en büyük sorunlardan biri de yapım firmasıydı belki de. Kanal D'nin iç yapımlarını hazırlayan D Productions, her zaman zor, sıra dışı ve kaliteli işler yapmak istedi ve böyle projelere kalkıştı. Ama giriştiği projeleri, özellikle de senaryoların seyrini doğru yönlendiremedi. Uyarlamaları da dahil, hemen hemen bütün projeleri, başta planlandığı gibi tam iki sezonu göremeden, hayal kırıklığıyla sonlandı. "Şeref Meselesi" başka bir yapım firması tarafından hazırlansa belki çok farklı sonuçlar elde edebilirdi ama başka bir yapım firması ve başka bir kanal böyle, bizim ekranlarımız için zor denebilecek bir projeye girer miydi?

Şeref Meselesi

 "Şeref Meselesi"nin, erken finale bağlı olarak, başarısız olduğunu söylemekten çok, umulan noktaya ulaşamamış, çok iddialı sonuçlar alamamış bir bir proje olduğunu söylemek daha doğru olur. Dizinin en büyük eksikliği, süre kısıtı ve reyting baskısı gibi nedenlerle tam yolunu bir türlü bulamayan, özellikle hikayenin polis-mafya ayağında büyük sorunlar yaşayan, alt yapısı oluşturulamamış ani hikaye ve karakter değişiklikleriyle kemik izleyicisini bile tam olarak tatmin edemeyen senaryodaydı elbette.

 Yine de her şey bir tarafa, ağır, hüzünlü, kasvetli bir dünya yaratmayı ve korumayı başaran çok şık rejisiyle, kurulan bu dünyaya büyük katkı sağlayan müzikleriyle, dizinin ruhuna çok şey katan mekanlarıyla, standardın çok üzerindeki oyunculuklarıyla ve adalet, intikam, aile, fedakarlık, güç gibi kavramları derinlemesine tartışmak arzusuyla, özellikle de "final" sözcüğüne yakışır duygu yoğunluğundaki vedasıyla "Şeref Meselesi" ve Kılıç Kardeşlerin hikayesi hep özel bir yere sahip olacak.

 

Oyuncu kadrosu Genel Bilgiler Haftalık Dizi Programı