1001 Tv > 1001 Yorum > Aşkta iki, üçten büyüktür

Aşkta iki, üçten büyüktür

Işınla Bizi Scotty | 29.11.2017 | Fazilet Hanım ve Kızları
Fazilet Hanım ve Kızları

Fazilet Hanım ve Kızları'nın 24. bölümü uzun zamandır beklediğimiz, birbirinden romantik, keyifli Hazan ve Sinan sahneleriyle doluydu. O kadar ki, ikisini birarada görmeye hasret kaldığımız son beş altı bölümün acısını çıkarırcasına birbirleriyle yüzleştikleri, içlerinde kalan her şeyi birbirlerine söyledikleri; birbirlerinden vazgeçemeyecekelerini anladıkları; beklenmedik ve çok romantik barışmalarının ardından gelen, ikisinin de mutluluğunun ekrandan taştığı çok sayıda romantik sahneye tanık olduk. Kilitli kaldıkları evde tüm akşam süren tartışmaları boyunca Sinan'ın sürekli olarak Hazan'a sarılmaya, dokunmaya, ulaşmaya çalışmasını, kalp atışları eşliğinde birbirlerine ilerleyip büyük bir özlemle ilk kez öpüşmelerini, nehir kenarında, huzur içinde sarmaş dolaş oturuşlarını, son çekimdeki tatlılıklarını, ertesi sabah Sinan'ın Hazan'a hayatının ikinci öpücüğünü vermeye çalışmasını izlerken, yüzümde Hazan'ın durduramadığı kocaman gülümsemesine benzeyen bir gülümsemeyle, Hazan'ın sözlerini söylüyordum ben de: "Gerçek mi bu?"

 
Kültür olarak çok mutlu olmayı, sevinmeyi kabahat olarak görürüz, malum. Çok gülünce, ardından çok ağlamayı bekleriz bedel olarak. Dolayısıyla yirmi dördüncü bölümün bize getirdiği bu sürpriz mutluluğun bedelini ödememiz gerekeceği korkusu anında içimize yerleşti elbette. Bölüm boyunca geçen bazı konuşmalar, söylenen ve tekrar edilen bazı şeyler Hazan ve Sinan'ın (dolayısıyla biz izleyicilerin) bu mutluluğunun çok sürmeyeceği endişesini doğurdu. 
 
Fazilet Hanım ve Kızları, daha ilk bölümden bir aşk üçgeninin vaadiyle başlamıştı. Bu, iki erkek kardeş ve bir genç kız arasında yaşanan aşk üçgeni çok bilindik bir şablon aslında. Önceki yazılarımda da değindiğim, çok çeşitli uyarlamarını izlediğimiz sinema klasiği Sabrina şablonuna göre; önce yakışıklı, çapkın erkek kardeşe gönlünü kaptıran genç kız zamanla bu aşkın yüzeyselliğini fark edecek ve bu arada aşka kapısı kapalı, soğuk, mesafeli ağabey ile gerçek ve derin bir aşka başlayacak. 

Ne var ki, Fazilet Hanım ve Kızları başta bunu vaat etse de bu vaade uygun devam etmedi. Bu şablona göre, Hazan ve Sinan ilişkisi tam olarak derinleşmeden, hep daha çok güçlendiği sınavlar vermeden bu ilişkiyi terk etmemiz gerekiyordu. Öyle olmadı. Hazan ve Sinan birlikte çok şey yaşadılar, çok şey paylaştılar. Bu aşk her ikisi için de değiştirici, dönüştürücü oldu. Özellikle Sinan, Hazan'a duyduğu aşkla eski toyluklarını, şımarıklarını, bencilliklerini geride bıraktı. Derinleşti ve hayatındaki insanları kendisinden çok önemseyen birine dönüştü, aynı zamanda masumlaştı da.  

 
Yine de 24. bölümdeki bazı konuşmalar ve gelişmeler hâlâ bu aşk üçgeninden vazgeçilmediğini düşündüren ipuçlarını barındırıyor gibiydi. Sinan, Hazan'la yeniden biraraya gelmeleri için yaptıklarına teşekkür ettiğinde Yağız'ın "Bu o kızla ikinci şansın, bunu da mahvetme. O kızı bir daha üzmeyeceksin, eğer üzersen karşında beni bulursun. Ağabeyini değil, beni!" sözleri, Yağız'ın oyundan çıkmadığının ve onun elini kolunu bağlayan "ağabeylik"inin de rafa kalkabileceğinin göstergesi miydi? Yine Hazan'ın  "Sinan ben korkuyorum, tekrar yaralanmaktan korkuyorum. Bir daha kaldıramam." sözleri de çok kritik sorunlar yaşanacağının sinyali miydi? Aşk üçgeninin seyrinin ne yönde olacağına dair en düşündürücü olansa Sinan'ın, Hazan gitmek üzereyken söylediği "Benden kurtulacaksın ama bizden bir ömür boyu kurtulamayacaksın Hazan. Biz yarım kaldığımız sürece, bizi yaşamayadıkça birbirimizin içinde yaşamaya devam edeceğiz." sözleriydi kuşkusuz. Bu sözler, Hazan ve Sinan hikayesinin kapatılacağının ve baştaki şablona dönüş yapılacağının işareti olabilir elbette. "Hazan, şimdi Sinan'a aşık olduğunu düşünüyor ama ilişkileri başlayınca ve Sinan'ı tanıyınca bunun gerçek olmadığını anlayacak." gibi olasılıklar akla geliyor ama Hazan ve Sinan, Sinan'ın annesinin ölümüyle başlayan, birlikte yaptıkları kazayla ve Sinan'ın Hazan'ın peşini bırakmamasıyla devam eden sekiz aylık süreçte öyle çok şey yaşadılar ki bu teori de mantıksız görünüyor. Fazilet Hanım ve Kızları'ndaki en sevdiğim sahnede, Hazan gördüğüm en saf, en içten aşk itiraflarından birini yaparken çok güzel dile getiriyor paylaştıklarını: "Sen benim için nezarete girdin, ben yalnız kalmayayım diye başını belaya soktun. Ben değersiz miyim senin için? Benim için yaptığın onca şeyden sonra, bana rağmen yaptıklarından sonra, sen annene ben babama birlikte ağladıktan sonra, kayıkta sabahladığımız o geceden sonra, konuşmalarımızdan sonra, nezaretten sonra..." Üstelik Hazan bu sözleri, Sinan onu kurtarmak için var gücüyle çalışmadan, birlikte ölüm tehlikesi geçirmeden ya da ayrılık dönemlerinde Sinan, Hazan'ın yatağının başucunda göz yaşı dökmeden önce söylüyor.
 
Dolayısıyla bir ilişkileri olmadığı için Hazan'ın duygularının gerçek olmadığını söylemek ya da Sinan'ı yeterince tanımadığını söylemek mümkün değil. Hazan'a aşık olduğunu söyleyen Yağız'ın onu tanıdığından çok daha fazla tanıyorlar birbirlerini ve yaşayamadığı için aşkı ölümsüz olacağı söylenen Yağız'ın Hazan'la paylaştıklarından çok daha fazlasını paylaştılar. Bu yarım kalmış halleriyle bile... 
 
Bölümdeki ipuçlarından devam edersek; Ece'nin Yağız'a söylediği "Aşk yaşanmadığında ölümsüz. Geçmiş olsun Yağız Egemen, artık ölümsüz bir aşkın var." sözleri de yine Yağız'ın aşkının bitmeyeceğinin bir kanıtı olarak önümüze serildi. Eğer Hazan ve Sinan aşkı "yaşanarak" bitecek, yani tükenecek ve önemsizleşecekse Yağız'ın aşkının ölümsüz ve değerli kalması için de hiç yaşanmayacak olması ve kendisinin de söylediği gibi onun "Yalnız kalacak olan" olması gerekiyor elbette. Bu sahnede Ece'nin "Senin bu yaptığın ağabeylik değil, Sinan'la bir ilgisi yok. Sen bunu kendine yapıyorsun. Kendi duygularından kaçmak için yapıyorsun." sözleri de izleyicinin bu üçgende Yağız'ı nereye konumlandırması gerektiği bakımından ilginçti. Bu hikayenin varılacağı nokta Hazan ve Yağız aşkıysa eğer, artık bizim vicdanımızın "kardeşinin sevgilisine aşık olan" adam yükünden kurtulmamız ve Yağız'ın erdemine inanmamız, onun kardeşi için büyük fedakarlıklarla elinden geleni yaptığını görmemiz gerekiyor. Ama bu sahnede Yağız'ın bunca şeyi kardeşi için değil, kendi duygularından kaçmak için yaptığının ve bunun ağabeylikle ilgisi olmadığının altı çiziliyordu. Yine iki kardeşi içeren bir aşk üçgeninin vicdan yükü bakımından Hazan ve Sinan'ın ilk öpüşmesinin Yağız'ın gözü önünde olması da ilginç bir gelişmeydi. Çektiği acıyı dramatik bir şekilde sergilemeden sadece tanık olması sağlanmıştı.
 
Senaryoların, varacakları noktaya en başta karar vermiş olmalarını, hikaye gelişirken bu amaçla hareket edilmesini ve izleyicinin bu doğrultuda yönlendirilmesini bekleriz ki, hikaye tamamlandığında her şeyin yerli yerine oturduğunu düşünüp tatmin olmuş hissedelim. Dolayısıyla bu hikayenin (yine yukarıda sıkça değindiğim şablon gereği) varacağı nokta Yağız ve Hazan ilişkisi ise bizim bunca zaman Yağız'ın tarafında olmamız ve bu ilişkiyi yadırgamamamız için bütün adımların doğru atılmış olması gerekirdi; ama olmadı. Sinan, her şeyi göze alıp gerçeği kendisi Hazan'a açıklayacakken buna engel olup, gerçeği en kaba ve çirkin haliyle Hazan'ın duymasına neden olan da Yağız'dı. Hazan'a duyguları olduğunu fark ettikten sonra bile, olur olmadık sebeplerle, gecenin geç saati habersiz çat kapı, sürekli Hazan'ın evinde beliren ve Sinan'ın Hazan'la ilişkisini daha da çıkmaza sokan şüpheleri yaratan da oydu. Yağız'ın, söylediği yalan yüzünden kardeşinin ne kadar büyük bir pişmanlık içinde olduğunu ve Hazan'ı kaybetmekten ne kadar korktuğunu gördükten sonra Hazan'ı onu dinlemesi için ikna edeceğine intikam almaya yönlendirmesi de bir ağabey olarak onun erdemine inanmamızı ve izleyici olarak onun tarafını tutmamızı imkansız hale getirdi.

Bu bölümdeki olası ipuçlarının hissettirdiği gibi, Hazan ve Sinan ilişkisi "yaşanmış ve bitmiş" olacaksa ve rota üçgenin diğer tarafıysa, Hazan-Sinan ilişkisi bu kadar derinleşmeden de bu rotadan çıkmak mümkündü. Dizinin ana konularından biri olan "otel odası" sırrı açığa çıktığında da ayrılabilirdik biz o doğrultudan. Ya da Sinan'ın gittikçe artan kıskançlıkları öyle bir işlenirdi ki Hazan "Sinan'ın gerçek yüzünü" görürdü ve biz yine o gemiyi terk edebilirdik. Hatta, Hazan'ın Yağız'a daha yakın olmaya karar verdiği dönemde bile ona yavaş yavaş bazı duyguları olabileceği ihtimalini görürdük, bir yandan Sinan'la arasındaki gerilim artarken diğer ilişkiye ısınmaya başalayabilirdik. Oysa ki bu süreçte Hazan, Yağız'a karşı hiçbir zaman hiçbir şekilde duyguları olamayacağını ("dünyada bir o bir ben kalsak, yine de olmaz") o kadar net belli etti ve Sinan'ı "ilk günkü" gibi ve aynı yoğunlukta sevdiğini o kadar çok dile getirdi ki o fırsatı da kullanmadık makas değiştirmek için. Kardeşlik ilişkisinin kopması gibi bir durum da yaşanmadı bu süreçte. Yağız, ağabeyi olarak Sinan için ne zaman bir fedakarlık yapsa Sinan'ın da aynı şekilde karşılık vermeye çalıştığı belirgin olarak işlendi ve yine Sinan'dan uzaklaşıp Yağız'a yönelme fırsatı kullanılmadı. (Sinan'ın dönüşümüne ve büyümesine önemli bir örnek yaşandı bu bölümde. Aşk sarhoşu Sinan, sevgilisiyle başbaşayken bile ağabeyinin içinde bulunduğu mali krizi düşünüp tam olarak mutlu olamıyordu. Sabah sevgilisiyle kahvaltı yapma fırsatını da tepip bir an önce ağabeyini kurtarmaya çalışmaya gidiyordu.) 

Senaryonun izleyiciyi yönlendirmesini bekliyoruz ve bu nedenle bölümlerde yaşanan gelişmeleri ipucu olarak görmeye meyilliyiz. Peki, bir hikaye mutlaka bir şablona uymak zorunda mı? Her şüpheli replik bizi bir yere ulaştırmalı mı? (Hazan'ın plazaya taşınırken Sinan'a sözlerini yutturmayı amaçlamasının bir yere varmaması ya da Yasin'in intikam vaatlerinin iki sahnelik bile ömrü olmaması gibi...) Her dizi, bize bildiğimiz bir hikayeyi evirip çevirip yeniden mi anlatmalı? Belki de daha önce gidilmemiş bir yoldan gitmeyi ve farklı bir şeyi söylemeyi seçecek bu hikaye? Elbette bunca gerilime neden olmuşken, bölümler boyunca Yağız'ın aşkı işlenmişken ve artık bunu bilen bir başkası da varken konunun kapanması bekleyemeyiz. Yağız'ın bu sırrı bir noktada açığa çıkmalı ama bu, mutlaka Hazan'la bir ilişkiye mi varmalı? Bu konu, dizideki aşk hikayesi gibi önemle işlenen kardeşlik hikayesinin bir gerilimi olarak da işlenemez mi? Fazilet Hanım ve Kızları'nın en baştan beri süren iki ana gerilim konusundan biri olan evlatlık çocuk konusu bir süredir uykuda. Yeni bölüm fragmanında hissettirildiği gibi Kerime'nin oğlunun Yağız olduğunu düşündüm hep. Ama şöyle bir ihtimal de var: Yağız, Hazan'a "Bir gün gazete haberleriyle ilgili gerçeği söylemeye karar verirsen önce bana söyle." demişti hatırlarsanız. Bunu da geleceğe yönelik bir ipucu olarak görüp görmemek bize kalmış elbette ama Yağız'ın bu sırra ulaşması, Hazan'la gerçeğin peşinde koşarlarken Kerime'nin oğlunun Sinan olduğunu öğrenmeleri, bu sırrı paylaşmaya başlamaları ve bu durumun Hazan ve Sinan arasında yeni bir soruna sebep olması, Sinan'ın gerçeği öğrenmesiyle kardeşlik bağının işlenmesi de mümkün.
 
Sinan ve Hazan ilişkisinin bundan sonra, tıpkı 24. bölümde olduğu gibi, bir rüya misali ilerlemesini izlemek çok keyifli olurdu ama devam eden bir dizide bu mümkün değil. Üstelik hâlâ kapanmamış konular var. Yeni bölüm fragmanında Yasemin'in otel odası konusunu lansmanda ortaya serişini görüyoruz. Bu, Hazan ve Sinan'ın şimdiye kadar yaşayacağı en büyük sınav. Konu ikisinin arasında kalamayacak bu kez, tüm ülkeye ifşa olacak. Bu noktada ilişkilerine sahip çıkabileceler mi? Sinan, Hazan'a söylediği "Bu el avuçlarımdan bir kez kaydı; korkaktım, güçsüzdüm, tutamadım. Ama şimdi yanımda sen varsın, daha güçlüyüm ve korkmuyorum." sözlerinin hakkını verebilecek mi? Hazan'ın içine düşeceği bu durumda sorumluluk alıp savaşabilecek mi? Korkmadığını, kaçmadığını ve Hazan için orada olduğunu kanıtlayabilecek mi? Ben Sinan'ın bunu başarmasını istiyorum. Aşkın büyüttüğü, iyileştirdiği hatta masumlaştırdığı Sinan'ı kaybetmek istemiyorum. "Aşk bir insanı iyileştirecek kadar güçlü değildir" demesini istemiyorum bu dizinin.
 
Hikayenin aşk üçgeni konusunda yolunu seçmesi için artık bu son fırsat. Aylardır süren aşk üçgeni konusu, hiçbir gelişme kaydetmeden, Sinan'ın kıskançlıklarına, Hazan'ın öfkesine, Yağız'ın karşılıksız duygularına sıkışmış bir şekilde kendini tekrar edip duruyordu. Her bölüm bu durum daha da sıkıcı bir hale geliyordu ki her hafta reytingin biraz daha azalması da izleyicinin bu kısır döngüden sıkıldığının kanıtı gibiydi. (Dizinin diğer konularının heyecandan uzak işlenişi de bunda etkili elbette.) Bu kısır döngünün kırıldığı ve başımızı aşk üçgeninden dışarı çıkarıp nefes aldığımız 24. bölümde izlenme oranları haftalardır ilk kez yükseliş gösterdi. Ama reytingler ya da dizinin sıkıcılaşması bir tarafa, öyle tatsız bir hal aldı ki bu üçgen konusu, "artık gerçekten son bulmalı" demeden edemiyor insan.  Bir aşk üçgeni söz konusu olduğunda, hele ki bu üçgen güçlü bir kardeşlik bağını da içeriyorsa, hiçbir şey doğru ve tam hissettirmiyor. Hiçbir şey yeterince güçlenemiyor, yoğunlaşamıyor, derinleşemiyor. Başkasının mutsuzluğu çalıyor o duygulardan.  Bir ilişki kendini büyütmeye çalışırken diğeri zayıflıyor, eriyor, kopuyor. Üç kişilik bir aşkta her mutluluk diğerinin mutsuzluğu.. Her sevinç diğerinin acısı.. Her şey buruk ve yarım.. Aydınlık her ânın üzerinde bir gölge.. "Doğru" ancak iki kişi arasında kurulabiliyor ve aşk söz konusu olduğunda üç, ikiden hep az.
 

 

 

Oyuncu kadrosu Genel Bilgiler Haftalık Dizi Programı