1001 Tv > 1001 Yorum > Ben haftalardır bu sahneyi bekliyormuşum

Ben haftalardır bu sahneyi bekliyormuşum

Işınla Bizi Scotty | 25.12.2016 | Seviyor Sevmiyor
Seviyor Sevmiyor

Seviyor Sevmiyor 22. bölümü yazabilmek için, bölümü baştan sona -biraz hızlandırılmış olarak- yeniden taradım. Çoğu sahneden, hatırladığımdan daha çok keyif aldığımı fark ettim. Uzun zamandır izlediğimiz en eğlenceli bölümdü belki de. Mizah, önceki bölümlere göre çok daha iyiydi. Komedi açısından diyolagların tümü doluydu, zekiyceydi. Ve Zeynep Çamcı delicesine komikti. Zaman zaman sıkıcılaşsa, temposu düşse de olay bağlantılarının, ilişkilerin başarılı bir şekilde kurulduğu, genel olarak iyi bir bölümdü.

 
Bölümde en sevdiğim sahnelerden biriyle başlayayım hemen.  Olaylı yemek sonrası Tuna'nın, Deniz'in durumunu merak edip evine gittiği sahne. Tuna ve Deniz'in kısacık süren ilişkilerindeki gibi sıra dışı, onlara özgü, sıcak ve eğlenceli bir sahneydi cam buğusuna şekiller çizerek iletişim kurma sahnesi. Ben 'arkadaşk' kelimesini Yiğit ve Deniz'den çok Tuna ve Deniz'e daha çok yakıştırıyorum. Belki çocukluklarında Yiğit ve Deniz için de uygundu ama şu an en romantik anlarında bile, üzerine espri yapacak, birlikte saçmalayacak bir şey bulan Deniz ve Tuna'nın durumunu daha iyi tanımlıyor. Bu hafta, bölümün hemen başındaki bu cam buğusunda yazışma sahnesi dışında bir Tuna-Deniz sahnemiz yoktu. Bölümün kalanı zaten Deniz ve Yiğit'in ilişkilerini yeniden inşaa etmesi ve Yiğit'in haberdar olmadığı kız kardeşinin hayatlarına girişi üzerine kuruluydu. Ben bölümdeki gelişmeler ve Tuna'nın, bu yeni karakter Simya ile arasındaki diyalog nedeniyle, artık bu sefer kesin olarak, geri dönülmez bir biçimde, yani son ve en son olarak Tuna ve Deniz konusunun kapatıldığını düşünmüştüm. Ama fragmanlarda yer alan Tuna'nın Deniz'e, bitmiş ilşkilerinden söz ediş şekli (Lunapark ne tatlı bir benzetmedir öyle) ve üç yüz yirmi milyon altı yüz doksan beş bininci kez Deniz'in Yiğit'e ilan-ı aşkını görüşüyle o konunun öyle kolay kolay kapatılmayacağını anlıyoruz.
 

Önceki yazılarımda Tuna'nın bu acılarını görmekten duyduğum üzüntüden söz etmiştim. Tuna'nın içine düşürüldüğü durumdan çok şikayet ettim ama izleyici nankör ve şımarık bir canlı biçimi aslında. Ya da hadi, suçu herkesin üstüne atıp yükümü hafifletmeyeyim şimdi. Ben acı da çekiyor olsa, karşılığını hiç bulamayacağı bir aşk için kendi halden hale soksa, zaman zaman küçük düşürülse de Tuna'nın Deniz'e aşkını izlemeyi seviyorum. Bu aşk tamamen bitirilip Tuna başka ilişkilere yönelirse benim gözümde bu dizi öneminden çok şey kaybedecek. En başından beri Seviyor Sevmiyor'un 'Seviyor' kısmı oldu hep Tuna.  Yine bu bölümde de kendisi o kadar acı çekerken, öfkeliyken, hayal kırıklığına uğramışken gecenin bir vakti Deniz'in nasıl olduğunu merak edip penceresinin buğusuna şekiller çizip Deniz'i gülümsetmeye çalışıyordu. Bu arada söylemeden edemeyeceğim, o sahnenin hem fikrini hem karakterler açısından işlenişini hem çekimini çok sevdim. Tuna'nın dönüp o kalbi çizmesi, kalbin silinip Deniz'İn resminin belirmesi çok zarif detaylardı.

 
Bu sahnenin hemen ardından, Tuna ve Yiğit arasında her bölüm gördüğümüz yüzleşme sahnelerinden biri geldi. Tuna, Yiğit'in planını çözmüş ve Deniz'in ne kadar üzgün olduğunu görmüş olarak hesap sormak üzere Yiğit'in karşısına çıktı (ya da arkasında belirdi diyelim). Ne var ki ikisi arasındaki bu seferki tartışmada haklı olan taraf Yiğit'ti. Tuna'nın 'bana mağduru oynama' dediği Yiğit bütün bu olan bitenin gerçekten mağduru. Kalabalık bir çete olarak aylardır sürdürülen türlü hile hurdanın ve yalanın bir sonucu olacağı, Yiğit'in ya hesap soracağı ya da intikam alacağı belli değil miydi? Onu, sahte bir evliliğin eşiğine kadar sürükleyen onca yalandan daha mı büyük bir yalandı Yiğit'in söylediği yalan, yaptığı plan? Ayrıca Tuna'nın Yiğit'e "Deniz'e gerçekleri söyleyeceksin" diye meydan okuyacak, kafa tutacak bir hakkı var mı? Yiğit birkaç kez Tuna'ya kendisine bir oyun mu oynandığını sorduğunda Tuna inkar etmemiş olsa, belki dürüstlükten söz edip aynı şeyi ondan da bekleyebilirdi, ama artık bu konuda onun söyleyebileceği bir şey yok. Ya da Tuna'nın söylediği "Bundan sonra bütün kartlar açık olacak birader" sözü de yine "Kim karar veriyor yalanın ne zaman bitip ne zaman doğruların başlayacağına? Sizin yalanınız açığa çıkıp aynı numarayla size karşılık verilince mi?" sorusunu akla getirmiyor mu? Tuna'nın Deniz'e duyduğuğu aşk ve şefkatle, onu korumaya çalışması çok anlaşılır bir şey ama hak yemek, adaletsiz ve mantıksız olmak kendisine de Deniz'e de fayda sağlamayacak sonuçta.
 

Ama yüzleşmelerden söz edeceksek, elbette asıl konuşmamız gereken Yiğit ve Deniz arasında geçenler. İlki ofisteki 'gıybetin elli tonu'un hemen adından Deniz'in Yiğit'in odasına girdiği ve 'artık konuşmamız lazım' dediği sahne. Bu sahnede Deniz'in kendini ifede etmeye ve Yiğit'e ortak anılarıyla ulaşmaya çalışması, Yiğit'in tam kalbi yumuşayıp gözleri dolmaya başlarken toparlanıp, bir kaşını havaya, çenesini yukarı kaldırıp sert patron numarasına bürünmesi çok sevimliydi. Bu sahnenin sonunda, Deniz'in 'atmaya kıyamadım' diyerek çıkarıp verdiği çocukluk fotoğrafı sayesinde Yiğit'in kardeşlerinden haberdar olmasının da önü açıldı. İkinci yüzleşme, İzmir dönüşü Yiğit'in kendi intikam planını Deniz'e açıkladığı ve 'adalet' istediğini söylediğiydi. Sonuncu olarak da her şeyin nedeninin açıklandığı, herkesin eteğindeki taşları döktüğü, sorulması gereken bütün hesapların sorulduğu, otobüs durağındaki asıl yüzleşme. Dizinin başından beri Yiğit'in gerçeği öğrenmesini beklediğimi sanıyordum. Meğer benim heyecanla, sabırsızlıkla beklediğim bu yüzleşmeymiş. İkisinin de birbirlerine ettiği haksızlıkların yüze vurulmasını, hesap sorulmasını, hesap verilmesini ve 'gerçek' gerçeklerin açığa çıkmasını bekliyormuşum ben.

 

Deniz: Sen beni ilk parkta gördün. Acı olan da neydi biliyor musun? Sen beni orada da görmedin. Çünkü tanımadın beni. Başka bir kızın yanına gittin. Onunla tanıştın. Hatırlıyor musun? Hatırlamazsın tabi; çünkü senin aklındaki Deniz Aslan benden çok daha güzel, çok daha başarılı bir kızdı. O yüzden de beni tanımadın. Kendimi o kadar kötü hissettim ki. O kadar berbat hissettim ki kendimi. Sonra kendi yerime İrem'i gönderdim. İnandın, çünkü senin hayallerindeki Deniz Aslan tam olarak oydu. Zorluk çekmedin, hatta ona aşık oldun, evlenme teklif ettin. O sıralarda ne yapıyordun biliyor musun? O sıralarda bana kötü davranmakla meşguldün. Ne olacaktı,  sana o zaman söyleseydim ne olacaktı? Ne yapacaktın? Hayal kırıklığına uğramayacak mıydın? İnanmayan gözlerle bana bakmayacak mıydın? Söylesene! Sonra ne oldu biliyor musun? Ben sana söylemeye karar verdim, tam sana söyleyecektim; en yakın arkadaşım sana aşık olduğunu söyledi bana. Ben o kızın hayatıyla mı oynasaydım? Yapamadım. Nasılmış Yiğit Balcı, bana kızmak kolay mıymış, beni anlamak zor mu? Sonra İrem sana aşık olduktan sonra her akşam gelip  senden bahsetti bana. İlşkinizi anlattı, birbirinize nasıl aşık olduğunuzu anlattı. Senin onu nasıl öptüğünü, nasıl evlenme teklif ettiğini söyledi. Sustum; çünkü mutlu olsun istedim, mutlu olun istedim. Ağzımı bile açmadım. Ben kan kustum, mutlu olun istedim. Aptal! 

 
Yiğit: Asıl aptal olan sensin Deniz Aslan! Asıl aptal olan beni tanımayan sensin. Sen benim sensiz mutlu olabileceğimi nasıl düşünürsün? Ne oldu kendini benden gizleyince, ne değişti? Ben yine dönüp dolaşıp sana aşık oldum. Ben yine seni sevmedim mi, seni bulmadım mı ben?  Ne oldu, hiçbir şey değişmedi, değil mi? Çünkü ben hep seni seviyordum zaten. Benim için dış görünüş müymüş önemli olan, benim için güzellik miymiş önemli olan? Deniz sen ne yaptın biliyor musun? Sen hiç tanımadığım bir kadının kollarına attın beni.İnsanlar aylarca arkamdan güldüler, benimle dalga geçtiler. Kim bilir belki de zavallı dediler bana. Herkesin salak dediği bir adam oldum sayende. Sen bunu bana yaptın Deniz, sen bana kıydın. Peki ben bunu hak edecek ne yaptım? Ben seni sevmekten başka ne yaptım Deniz?
 
Deniz: Keşke o gün beni parkta tanısaydın.
 
 
Bütün diyalogu yazmak istedim. Çünkü (hemen hemen) hepsi öylesine doğru, bunca zamandır söylenmesini, konuşulmasını öylesine beklediğimiz şeylerdi ki hiçbir şeyi atamadım. Yiğit şimdi ona ne kadar özel olduğunu söyleyip dursa da Deniz'in o dönem yaşadıkları, kendisini tam aksine inandırmıştı. Ve yaptığı bir tek büyük hata, kendisini bir çaresizlikten çıkarmaya çalışırken kocaman bir yalan çığına dönüştü. Eğer kendisi yerine İrem'i göndermiş olmasaydı herşey bu noktaya gelmeyecekti. Deniz'in de açıkça ve bütün doğallıyla anlattığı gibi, o mahcubiyetle kendini ona tanıtmaması, oradan kaçması, Yiğit'in karşısına da bir daha çıkmak istememesi anlaşılır bir şeydi. Hele ki sonrasında ofiste yaşananlar işi Deniz için iyice zor bir hale getirdi. Ama keşke İrem'i işin içine hiç karıştırmasaydı. Böylesine büyük bir aldatmaca, kendini saklamakla bir değil kesinlikle. Yiğit'e yaptığı bu haksızlığın telafisi yok.
Yiğit de söylediği 'Sen kendini gizleyince ne değişti? Benim için güzellik miymiş, başarı mıymış önemli olan' sözlerinde haksızdı. Dönüp dolaşıp tekrar tekrar aşık olacağı, dünyanın öbür ucundan onunla yeniden buluşmak için geldiği, adeta ruh eşi olan insanı, kendisine bakan o gözleri tanımadı. Daha da fenası, sonrasında Deniz'i bu görüntüsü, bu kişiliğiyle aşağıladı durdu. Canından bezdirdi, kendinden nefret ettirdi adeta. Eğer Deniz, Yiğit'in aslında büyük acılar çekmiş, kalbi kırık biri olduğunu bilerek ruhen ona ulaşmasaydı, Yiğit'in ona açılmasını sağlamasaydı, Yiğit için belki de hâlâ o aşağıladığı, tahammül edemediği beceriksiz stajyer olarak kalacaktı. Elbette Yiğit böyle kandırılmayı hak etmedi ama  'keşke o gün Deniz'i parkta tanısaydı'.
 
 
Bu yüzleşmelerin dışında bölümün çok büyük bir kısmı diziye yeni giren karakter ve Yiğit-Deniz çekişmesiyle ilgiliydi. Yiğit'in önce Deniz'in istifasını istemesi, sonrasında Gazi'nin onu işten çıkarmak için performansının düşmesi gerektiğini söylemesi ve Yiğit'in Deniz'i zorlamaya başladığı süreç oldukça eğlenceliydi. Yiğit'in gudubet patron olduğu, Deniz'ciğin oradan oraya koşturup Yiğit'le bir yandan didişip bir yandan gözüne girmeyi çalıştığı, o ilk bölümleri hatırlattı. Özlemişiz o şamatayı.
Dergicilik konusunu, başarılı işlendiğinde diziye, yan konulara alan açması bakımından  verimli buluyorum. Dağıtım ağı için satın aldıkları dergi konusu iyi işlenmiş, ana aşk üçgenine de çok başarılı yedirilmişti örneğin. Bu bölümde de, bu satın alma sürecini Yiğit-Deniz ilişkisi için kullanmak başarılı bir seçimdi. Yalnız İzmir sahnelerinin bir kısmı, özellikle üç İzmirli kız ve çalışanlara iş bulma sahneleri hayli sıkıcıydı. (Bu arada bu dizinin zaman kavramını anlayabilen oluyor mu? Sürekli olarak birileri akşama kadar çalışıyor, iki karakter bomboş ofiste, fazla mesai sınırlarına girecek şekilde, başbaşa konuşmalar yapıyor ama dışarı bir çıkıyorlar ki günlük güneşlik, ancak öğleden sonra. Demek ki Go Flamingo'nun sorunu dağıtım değil, part-time çalışılması.)
 

Dergi konusu avantajlı, kullanışlı bir konu olsa da Go Filamingo ofis sahnelerini her zaman eğlenceli bulmuyorum. Birbirine benzer temalarla, yan hikaye olarak bölüm doldurmak için işlenen konular olmaktan öteye gidemiyorlar benim gözümde. Ana karakterlerle bir şekilde bağlandıklarındaysa ilginçleşebiliyorlar. Bu bölümdeki şemalı 'gıybetin elli tonu' sahnesiniyse oldukça sevdim. Çizimler, ortamdaki gerilim çok eğlenceliydi; diyaloglar çok başarılıydı. Bölümün devamında İrem'in terfi kutlamasını ofiste yapma fikrini ise zorlama buldum. Cemal ve Çağdaş'ın aynı anda İrem'e vurulmaları hikayesinin önü açıldı ama süreç doğal akmadı. Bu arada İrem'in birdenbire ortaya çıkan bu yalnızlığı da mantıklı görünmüyor. İrem dizinin başında çok popüler bir kızdı. Doğum günü kutlaması insan doluydu. Şimdiyse terfisini kutlayacak kimsesi yok. Şimdi sürekli olarak bu yalnızlıktan şikayet etmese, Deniz'den başka hiçkimseyle mutlu olamadığı için bu yalnızlığı kendisi tercih ediyor diyeceğim ama sürekli şikayet ediyor ve Tuna'yla bu yüzden yeniden arkadaş olmaya çalışıyor. İnandırıcı değil bu durum.

 

Yeni bölümden iki fragman yayınlandı. Deniz ve Yiğit çok mutlu görünüyorlar. Bütün bu üzüntüler hiç yaşanmamış gibi, o ilk karşılaşmayı yeniden yaşamak tatlı bir fikir. Fragmanlarda çok mutlu görünmelerine karşın bölüm özeti, aralarında yaşanan güven sorunundan söz ediyor. İlişkiyi hemen güllük gülistanlık bir evreye geçirip, konusuz kalınca dizinin Yiğit, yeni ailesi ve onların entrikalarına dönmesini istemezdim doğrusu. Bu nedenle Yiğit ve Deniz'in gülün dikenlerini de yaşayıp bunları aşabilmelerini, bu arada yaralarını da birlikte sarmalarını izlemek de keyifli olacak. Ama Tuna hâlâ ağlıyor. Tuna'nın, Deniz'in Yiğit'e  ilan-ı aşkını görmediği, izlemediği bir tek marketlerin elektronik reonlarındaki tv ekranları kalmıştı ki, o da oluyor anlaşılan. Ve Tuna'yı bitmek bilmez acılarından İrem'in intikam planları kurtaracak, öyle mi? Uzak olsun. Biz Deniz'in fotoğraflarına bakmaktan bile çocuk gibi mutlu olabilen, kendi kendine, asilce acı çeken Tuna'ya razıyız.- 1001 Tv
 

 

 

Oyuncu kadrosu Genel Bilgiler Haftalık Dizi Programı