1001 Tv > 1001 Yorum > Diziyi bu kez Sanem'in gözünden izledim

Diziyi bu kez Sanem'in gözünden izledim

Uzunçorap | 7.09.2018 | Erkenci Kuş
Erkenci Kuş

Erkenci Kuş'un yeni bölümü için çok heyecanlıydım. Hatta melatonin hormonunu yakalayayım diye bir süredir erkene çektiğim yatma saatimi bile geciktirdim. Yine güzel bölümdü ama Canem sahnesi hem geç geldi, hem de bölümün geneline oranla azdı. Ya da beklentim giderek büyüyor, kimbilir.

 
Polen geçen bölümün sonunda Can'ın platonik aşkının kim olduğunu öğrenmişti ve bu bilgiden sonra Sanem'e karşı nasıl bir tavır alacağını çok merak ediyordum. Klasik davranışta insan "rakibini" kıskanır, hınçlanır. Polen'de ise, taksinin önünde bekleyen Sanem'e "Sen tek başına dönsen sorun olur mu? Ben burada kalacağım" derken zerre kıskançlık ya da kızgınlık belirtisi yoktu. "Vay be" dedim, kendi kendime, "kadına bak, herkese hakkını teslim ediyor." Polen muhtemelen şöyle düşündü, diye düşündüm: "Can Sanem'e aşıksa, bunda Sanem'in günahı ne? Zaten Sanem'den Can'a karşı sahiplenici bir ilgi olsaydı ben bunu zaten anlardım." Dolayısıyla Polen Sanem'e kızmadı... diye düşündüm. Fakat bölümün ilerleyen sahnelerinde gördük ve yeni bölüm (11) videolarından da anlıyoruz ki, kazın ayağı öyle değil. Polen de Sanem'e diş bilemeye, Sanem'in ayağını kaydırmaya çalışmaya başladı. İşin başka da bir yönü var ki, kibir mi demeli, ne demeli: Polen rakibinin kim olduğunu bilmiyorken Londra'ya dönmek kararındayken, bu rakibin Sanem olduğunu öğrenince kalıp savaşmaya karar verdi. Yani Sanem'i kolay lokma saydı. Ama gel gör ki, dünya işleri... Taş kağıt makas...
 
Bu arada, Polen'in kuantum fizikçiliğine ve Londra'da laboratuvar sahibi olmasına aklım yatmadı. Hani bir kuantum fizikçisiyse, ya akademide ya Cern'dedir gibi geliyor. Şahsi laboratuvarı olunca nasıl ekonomisini döndürüyor, emanet bırakılan pimezon mu besliyor ne yapıyor... Bu arada Kimya Gökçe Aytaç'ın Sanem'le "Tuhaf bir adamdır Can, öyle sırlarını kolay kolay kimseye açmaz, bir tek ben bilirim! O yüzden kulübenin yerini ben bilmediğim halde..." sahnesindeki performansını ayrıca beğendim.
 
Gece, Sanem'in Polen'i Can'la birlikte kır evinde bırakıp evine döndükten sonra defterine yazdığı satırlar minvalinde benzer düşünceler, güzel bir çakışmayla benim de geçen gün aklıma takılmıştı. Sanem defterine şöyle yazdı: "Gerçekler hep hayal kırıklığı. Oysa hayallerde herşey limitsiz. Herkes mükemmel. Aşk sonsuz... Mutluluk sonsuz." Ben de demiştim ki kendi kendime, nedir dizilerde biri birine aşık olacak diye yaşadığımız bu mutluluk, bu heyecan? Gerçek hayatta yok mu, ya da bulamıyoruz diye mi? Kendimizi esas kız, aşkımızı esas oğlan yerine koyup bir tür avuntu bulmak mı? Sanem'in tespitleri doğru... Ve hatta yazdılarından fazlası da var tabii. Gerçek hayatta bir sürü "level" oluyor: Çekicilik, cazibe bir yere kadar, sonra karşındaki de insan sonuçta, iyi ve kötü huyları, mizacı ortak herşeyi etkilemeye başlıyor.. Sohbet muhabbette genişleyebiliyor musunuz, derinleşebiliyor musunuz? Gülebiliyor musunuz birlikte? Aynı müzikten heyecanlanıp, aynı şarkılarda romantizm bulabiliyor musunuz? Hayalinde herşey sana uygun oluyor. Gerçek hayatta ise orası uyuyorsa, burası uymuyor. Sonra hayatlarınızın temel yarası, derin çukurları... Örtüşüyorsa ayrı sorun, başkaysa ayrı sorun oluyor. Bir de aileler, çevreler... Tek başına sevmiyorsun ki bir insanı, tüm hayatıyla, paket olarak geliyor sana, tabii ki sen de ona. Yani zaten senin derdin, yükün kendine yeterken, bir de... Bir şarkıyı hatırladım şimdi. Sözleri "Ama korkum yok, kederin gelsin" diye. (Baktım webden, Kayra - Aşk taammüden.) Yani iki insanın birbirinin hayatına katılışı öyle olsun ki, bu katılış yağmurun toprağı bulması gibi olsun, doğal, kurgusuz, kendiliğinden... Aynı yönde, aynı akışta olun birbirinize...  Hiçbir şeyiniz ağır gelmesin; kompleksleriniz, kederiniz bile vızgelsin... İçinde yeni bir tek damlaya bile yer olmayan, su dolu bir kasenin üzerine konmuş gül yaprağı gibi olun. Hani bir öykü var, kimselerin giremediği tapınağa kabul edilmek isteyen genç müridle ilgili, o öyküdeki gibi. 
 
Aslında gönülden aşk zaten insana yük değil hafiflik getiren bir şey. Zaten Can da reklam çekimi sırasında birdenbire Sanem'in akşamı Levent'le geçirmediğini öğrendiğinde ve Sanem'le aralarında karşılıklı itiraflaşma gibi bir gelişme yaşandığında, işle ilgili hiçbir sorunu takmamaya başladı. Kriz kriz: "Mahvolduk Can, Aylin'in seçtiği oyuncu kazma çıktı.", "Oyuncunun bağırsakları bozuldu"... Fakat Can bu kriz çığlıklarına karşı "Hallederiz kayınçoo, boşveer" modunda. Aşk varsa dünya toz pembe. Fakat sıkıntı zaten bu duygunun sonsuz olmamasında. Bazıları bu duyguyu bir ilişki biter bitmez yeni bir ilişkiye başlayarak sürekli kılmaya çalışıyor. Bazıları içinse bu o kadar kolay değil. Sen bitirmişsen vicdan azabı ya da karşı tarafın ısrarından kurtulması, karşı taraf bitirmişse onu unutması, kendini onarması sıkıntı olabiliyor. Gerçek hayatta ilişkiler daha çok Can ve Polen ilişkisi gibi. Ve başa dönersek, Sanem'in yazdığı gibi: "Hayallerde aşk sonsuz, mutluluk sonsuz..." Bu dizinin daha yaygın bir başka versiyonu, ilişkisi için yıllardır türlü fedakarlığı yapan Polen'in hikayesi de olabilirdi.
 
Şimdi kısa kısa diziye devam edeceğim... Birkaç bölümdür Deren'in ya rolü komikleşti ya da Tuğçe Kumral rolünü böyle yorumlamaya başladı ama öyle ya da böyle şahsen bu değişiklikten gayet memnunum. Dizinin komedi homojenliğini arttırıyor, nötr duygudaki kimi sahneleri komediye taşımış oluyor.
 
Mevkıbe kilo vermeye çalışmıyor muydu? Evde yemek yapmayı da bırakmıştı. Nasıl bitti o mevzu? Fakat uzamadığı iyi oldu. Bu bölümde Nihat, Mevkıbe'nin yaptığı poğaçaları kahvaltıda hapur hupur mis gibi koklaya koklaya yedi. 
 
Osman'ın mesleki durumu kasaplıktan aşçılığa, şefliğe dönüşüyor gibi. Hatta bu bölüm Orgatte'nin reklam çekiminde bir de oyunculuk yaptı. Gerçi görsel yönünün devamının geleceğini sanmıyorum ama şefliği devam edebilir. Daha önce Osman'la Leyla'nın iş anlamında ayrı dünyaların insanları olduğunu yazmıştım. Hikaye onları bu şekilde biraraya getirmeye başlıyor herhalde. Leyla'nın iç dünyasına pek tanık olmasak da, anlaşılan o ki, Leyla Emre'den hoşlanmaya başladı. Belki kendisi bile bunun farkında değil henüz. Fakat ikisi arasında bir şey olursa bu Osman'cığa ne olacak? Eskiden "Osman ve Leyla", "Emre ve Aylin" diye kolaycacık şipliyordum ama artık Emre ile Aylin'i şipleyemiyorum. Aylin Emre'yi geri kazanmak için evlerine gittiği o akşam, Can'a yaptığı oyunla dibe vurdu. Be Aylin! Senin gözünden şıp şıp yaş akıyor Emre için, koca gün boş durup o kadar hırslı olduğun işini bile boşluyorsun, sonra da gidip yaptığın oyuna Can'ı inandırdın diye pis pis gülebiliyorsun. Bu nasıl kimya, anlamak mümkün değil.
 
Burada bahsedeceğim yere gelince, bir parantez açmam lazım. Takip edenler bilir, 8. ve 9. bölüm yazılarını yazamadım. Aslında ilki yarım kaldı, ikincisini ise yazdım ama sonra paylaşmaktan vazgeçtim. Geçen bölüm için yazdığım yazının temel konusu, Sanem'in işi bırakıp bakkala döndüğü günün akşamında, Can'la birlikte kayalıklarda oturduklarında, Can'ın yaptığı duygusal itirafa rağmen, Sanem'in bu itiraftan habersiz gibi hallerinin anlaşılmazlığı üzerineydi. Evet Can "Sanem, sana aşık oldum" gibi net bir cümle kurmayarak, duygularını dolaylı anlatarak, itiraf etsin diye Sanem'i zorlayarak, hatta bazen Sanem'le eğleniyormuş gibi görünen bir üslup takınarak yanlış davranmıştı. Fakat buna rağmen Sanem'in kensine "Sizi istemiyorum" diyebileceği kadar çok şey de söylemişti. Yani Sanem artık Can'a "Can Bey yurt dışına gitmeyin" derse, Can'ın gitmekten vazgeçeceğini düşünecek kadar Can'ın kendisine verdiği değere güveniyordu ve ben de "Sanem işte emin artık, Can'ın ilgisinden" diye düşünüyordum. Fakat genelde olumsuz yazmayı, eleştirmeyi tercih etmediğim için bir de Işınla Bizi Scotty ne düşünüyor diye sorayım dedim. Kendisiyle güzel bir fikir alışverişine giriştik. Işınla da Sanem'in kendine güvensizliği üzerinde durdu. "Sanem'e etrafındaki herkes Can sana bakmaz" diyor, dedi. Bu da doğru. Hatta bu bölümde Ayhan yine Can'ın skor peşinde olduğunu söyledi Sanem'e. Sanem'in duygularını bildiği halde kendini tutamayıp, "mükemmel kadın" Polen'le Can'ın çok yakıştığını da söyledi. Ablası Leyla, annesi Mevkıbe, iş yerince Ceycey... Hepsi Sanem'e Can'la ilgili hayal kurmaması konusunda gizli ya da açık telkinde bulunuyorlar. E Can da Sanem'in yörüngesinde dolanıp duruyor ama net konuşmadı. Yani anladım ki, son zamanlarda diziyi Can'ın gözünden izlemişim. Çünkü erkekler, kadınlar için "Kadınları anlamak zor; düşündükleri başka, söyledikleri başka" deseler de aslında erkekler de hem etrafı okurken hem de konuşurken sürekli alt metin halindeler. "Yemeğe çıkalım mı, seni arayabilir miyim, saçını mı değiştirdin, kıyafetin yakışmış..." Bunlar hep alarm. İlgi emaresi. Saf saf arkadaş gözüyle bakar, yemeğe çıkarsanız, sinemaya giderseniz bir bakmışsınız karşı taraf yüzük almış geliyor. Özetle, diziyi kayalık sahnesinden beri Can'ın gözüyle yani erkek bakış açısıyla izlediğim için bir zemine oturtmakta zorlanıyordum. Sanem bana da Can gibi anlaşılmaz geliyordu. Işınla ile konuşunca, Sanem'in bakış açısına daha çok girebildim. Diziyi Sanem'in gözüyle izlerseniz sorun yok. Dolayısıyla bölümde Sanem'in Ayhan'a "Can Bey'in de benden hoşlandığını düşünüyorum bazen" demesi, ya da reklam çekiminde Can'la karşılıklı itiraflarından sonra ormanda yalnız kalmak isteyip Can'ı yanında istememesi anlaşılır hale geliyor bu bakış açısıyla.
 
Dizide sevdiğim bir unsur, reklam sektörünü bir meslek olarak detaylı bir şekilde ele almaları, yüzeysel işlememeleri. Bu bölümde de Orgatte organik meyve suyu reklam çekiminin sahneleri keyifli ve komikti. Hele Zebercet'in çekimi böldüğünü bilmeden koşa koşa getirdiği vegan köfteyi Sanem'in sinirle ısırışının sevimliliği... Organik içeceği içerken her seferinde farklı bir şekilde beğenmemeyi başaran ve performansı beğenilmeyen reklam filmi oyuncusunun performansı da başarılıydı...
 
Yazıyı toparlıyorum. Fakat bölümde kısaca yer verilen, muhtemelen önümüzdeki bölümlerde açılacak zarfa da değinemek olmaz. Can Sanem'in, dileğini yazıp öperek dilek ağacına astığı pembe zarfı çaktırmadan aldı. Kendini tuttu, içine bakmadı ama haliyle merak ediyoruz Sanem'in ne yazdığını. Hayır madem aldın, ne yapacaksın yani. Önümüzdeki bölüm bekliyoruz bakalım, o zarftan ne çıkacak. Demet Özdemir instagram hesabında locadan kare paylaşmış. Sanem kim olduğunu çok merak ettiği Albatros'a tekrar rastlamayı mı diledi, nedir?
 
Bu arada aklıma gelmişken, bölümdeki sahnede o açı yoktu ama fragmanlarda çok şükür yer vermiş kurgucumuz, Can ve Sanem arasındaki dünya tatlısı "Niye bana bakıyorsun sabahtan beri?" sahnesinde, özellikle Can Yaman'ın mırıl mırıl "Evet, bana denk geldi" performansı da hem sevimli hem komikti. 
 
Gelelim yeni bölüm ön izleme ve fragmanına. Şimdi, bölümde çekim bittiği ve herkes evine gittiği halde, fragmana göre bizimkiler ıslak ıslak sudan çıkıyor ve alana dönüyorlar, aa sürpriz! Herkes de orada! E set dağılmamış, herkes evine gitmemiş miydi? Polen dışında hepsinin kıyafeti de aynı. Sonra Can üstünü değiştiriyor herhalde, karavandan mı, yoksa eve mi gidip değişiyor, artık neredense. Bir de arada Ayhan'la birlikte oturan Mevkıbe görünüyor. Sanki tüm ekip Sanem'in mahallesine gitmişler, Mevkıbe'yi de kapıp dönmüşler. O sırada bizimkiler de sudan çıkmış ve baskın durumu. Sonra Polen Can'a "Sanem'in mahallesini gördüm" diyor. Ne ara? Bakalım neler olacak yeni bölümde. Yeni bir çelınc bizi bekliyor. 11. Bölümde görüşmek üzere...
 
* Bu bölüm yazısının fotoğrafını, bölüm sonundaki deniz sahnesinden seçtim. Romantizm, sevgi, şefkat, neşe, huzur... Bir sürü duyguyla dopdolu bir sahneydi. Ellerinize sağlık.
 
 
* Erkenci Kuş, 10. Bölüm, #BuKezGerçek
 
 
 

 

Bölüm özeti Oyuncu kadrosu Genel Bilgiler Haftalık Dizi Programı