1001 Tv > 1001 Yorum > Aşağı bakarsan uçurum

Aşağı bakarsan uçurum

Işınla Bizi Scotty | 25.07.2018 | Elimi Bırakma
Elimi Bırakma

Gencecik pırıl pırıl bir kız, elindeki valizi kenara bırakıyor. Sırtındaki çantayı çıkarıyor. Yüksek bir binanın çatısının korkuluklarına çıkıyor. İleriye, önünde uzanan, artık ona ulaşılmaz görünen hayata ağlayarak bakıyor. Yanında, endişe ve merakla ona ve çevresine bakınan küçük çocuğa "Bir oyun oynayalım mı seninle? Superman gibi uçmak ister misin?" diye sorarak elini uzatıyor ona ve yanına çağırıyor. Sonsuzluğa dönüşmüş, upuzun bir anda bir "ileriye hayata" bakıyorlar, bir de "aşağıya, uçuruma" çaresizliğe...

 
Azra'nın tek bir anla karabasana dönüşen hikayesine böyle başladık. Bu genç yaşında sadece kendisini değil; olan biten her şeyden habersiz görünen küçük bir çocuğu da yanında ölüme götürmeyi düşünebileceği kadar nasıl bir çaresizlik içinde olabileceğini merak ederek ve ilk anda yüzümüze vuran trajediyle çarpılarak...
 
Ardından bu sahneden üç gün önceye, bu kadar kısa bir sürede ana karakterimiz Azra'nın hayatının nasıl tepetaklak olduğunu görebileceğimiz bambaşka bir dünyaya geri gittik. Azra, Amerika'dan evine İstanbul'a dönüyordu ve o sırada tek derdi, yanında oturan yolcunun kulaklığından sızan müzik sesinin yüksekliğiydi. Bu üç günlük geri gidişle sadece Azra'nın dünyası değil, hikayenin tonu ve ruhu da bir sıçrama yaşamıştı. Güzel bir genç kız ve yakışıklı bir genç adamın didişmeyle, birbirlerine sinir olarak başlayan romantik-komedi hikayesinin içinde buluverdik kendimizi. Hatta olayın daha da büyüyeceği, bu ikilinin yollarının daha çok kesişeceğini de bavullarının karışmasıyla anlamış olduk.
 

Fazilet Hanım ve Kızları'nda keyifle izlediğim Alp Navruz'un ve ekrana her zaman çok yakıştırdığım Alina Boz'un birlikte ortaya koydukları enerjiyi sevdim. Fiziksel olarak da, oyunculuk olarak da uyumlu bir çift vardı karşımızda. Azra'nın ve henüz hakkında hiçbir şey bilmesek de, bencil, kibirli, kibar ama saygısız biri olduğunu kısa sürede anladığımız Cenk'in ilişkisinin bu çizgide gelişmesini ve birkaç bölüm daha bu tonda izleyebilmeyi isterdim ama her ikisinin hikayesi de, böyle eğlenceli bir tonun sürmesine izin veremeyecek kadar dram yüklüydü. Ağırlıklı olarak Azra ve ailesinin başına gelmek üzere olanları izlesek de, Cenk'in ailesiyle ilgili geçmişten gelen sorunlarına da paralel olarak tanık oluyorduk bu esnada. 

 
Bu sahnelerde, dizinin ilk bölümüyle ilgili iki önemli sorundan biri de karşımıza çıkıyordu. Her iki taraf da kalabalık, bol karakterli ve yan hikayeli ailelerden ve çevrelerden oluşuyordu. Aynı anda sadece bir değil, iki kalabalık ailenin yapısını, sorunlarını, geçmişini tanımaya başladık. Asıl kırılma noktamız olan Azra'nın hayatını allak bullak edecek olan patlamaya ulaşmamız ve dizinin aksiyon kazanması çok zaman aldı. (Diğer önemli sorunsa hikayede çok kritik bir rol oynayan Sumru karakterinin alt yapısız, derinliksiz işlenişiydi. Bu durum hikayenin inandırıcılığını olumsuz etkiliyordu.)
 
Bu kalabalığın yoruculuğunu bir yana bırakırsak, her iki hikaye de başlı başına ilgi çekici ve merak uyandırıcıydı. Cenk, büyük bir yemek firmasının sahibi olan zengin bir ailenin veliahtı. Kardeşleri, annesi, babaannesinden oluşan kalabalık  ve birlik içinde bir ailesi var ama o, ailesine bağlılık hissetmiyor. En azından dışarıdan göstermeyi tercih ettiği bu. Babaannesinin ondan beklediklerinin yükünden mutsuz, sorumluluk almak istemiyor. Babaannesine göstermeyi seçtiği asi tavrının altında, babasının ölümünden kendisini sorumlu tutmasının ve bunun vicdan azabıyla yaşamaya çalışmasının olduğunu zamanla görüyoruz. Kızgın, mutsuz, öfkeli, tahammülsüz, kendine dönük ve inatla kimseyle sıkıntısını paylaşmayan biri Cenk.
 

Azra ise, Cenk'e benzer bir şekilde küçük yaşta annesini kaybetmiş. Restoran sahibi babası, ikinci bir evlilik yapmış. Azra'nın otizimli küçük bir kardeşi ve üvey annesinin önceki evlilğinden bir üvey kız kardeşi var. Birlik içinde, mutlu bir ailesi ve mutlu bir hayatı var Azra'nın. En azından Azra'nın inandığı bu. Babasının boğuştuğu maddi güçlüklerden; iflasın eşiğine geldiğinden; babasının en yakın arakadaşı tarafından dolandırıldığından habersiz. Daha da kötüsü bu maddi güçlükleri bir şekilde hep birlikte aşmaya çalışabilecekken üvey annesinin her şeyi daha da güçleştiren, babasını çıkmaza sürükleyen bir insan olduğundan, bencilliğinden de habersiz. Azra'nın hayatını tepetaklak eden, dizinin enerjisini bir anda değiştirip izleyenleri koltuklarına çivileyen trajediler silsilesi bu noktada başlıyor işte. Azra'nın babası borç batağına saplanmışken elektrik kontağından kaynaklı bir patlamayla, kendi doğum gününde ölüyor. O ana dek, tek derdi babasına doğum günü pastasını zamanında yetiştirmek olan Azra, annesinden sonra "bana pes etmemeyi, hemen yıkılmamayı senden öğrendim" dediği babasını da kaybediyor. Yaşadığı zorluklar bununla da bitmiyor. Bu acıyı paylaşarak birlikte göğüsleyeceklerini düşündüğü üvey annesi onu kardeşiyle birlikte kapı dışarı ediyor. Sigortadan gelecek olan yüklü ödemeden habersiz olan Azra'nın eline biraz para sıkıştırarak, babasını dolandıran Mesut'un evine gönderiyor onları. Mesut'un eşi tarafından pek iyi karşılanmayan Azra, otizmli kardeşine şiddet gösterilmesiyle gecenin bir yarısı oradan da ayrılmak zorunda kalıyor. Ceplerindeki parayı da çaldırınca çaresizlikle burun buruna gelip, işte o çatıdaki duvarın üzerine çıkıp, göz yaşları içinde atlamayı düşünürek kardeşine elini uzattığı o ana varıyor.

 

Cenk'in geçmişten gelen ve henüz bir büyük patlama yaşamayan sorunları, Azra'nın hızla büyüyerek çığa dönüşen güncel sorunlarının gölgesinde kaldı ilk bölümde. Ama karakterin büyük iç kavgaları, dizginleyemediği bir asabiyeti, derin bir melankolisi olduğunu görebilmemiz ve hikayesinin derinleşeceğini anlamamız için de fırsatlarımız oldu. Özellikle bölüm boyunca Azra'yla biraraya geldiği az sayıdaki sahneden birinde söylediği söz, bölümün başında Azra'nın yaşadığını gördüğümüz ve bölüm boyunca o noktaya varışını izlediğimiz o çaresizlik karanlığına Cenk'in çoktan varmış olduğunu, yaşadığı çalkantıları anlatıyordu bize:

"Aşağı bakarsan uçurum, ileri bakarsan hayat..."
 
Cenk sorumsuzluğu, öfkesi, bencilliğiyle bir imdat çığlığı atıyor olsa da, yaşadığı bunalımı kimseyle paylaşmadan, Azra'nın çaresizlikle çıktığı o çatıya defalarca çıkıp "aşağıdaki uçurum" ve "ilerideki hayat" arasında gidip gidip gelmişti belki de.
 
Kimseye derdini böyle dökmeyen Cenk, aile içinde yaşadığı bir kriz anının getirdiği sorumsuzlukla Azra'yı mağdur ettiği için özür dilerken az da olsa içini ona dökme ihtiyacı hissetmişti. Aralarındaki tartışma sırasında Azra'nın çekip gitmesini engellemeye çalışırken onun gözlerinin tam içine baktığı bir anda, görmeyi beklediğinde fazlasını gördü Cenk ve afalladı. Benzer acıların, sorunların, yaraların, sevinçlerin, duyguların insanları, sözlüklerde yer almayan sessiz kelimelerden oluşan bir dille anlaşırlar. Hiçbir sınır, din, dil, ırk farklılığı onları ayıramaz; bu dünyada yabancı da olsalar, o dünyada gözlerinin içine bakınca tanırlar birbirlerini. Cenk'in Azra'da gördüğü, annesini küçük yaşta kaybetmiş ve ailesine sıkıya sıkıya tutunmuş; hassas, kırılgan bir ruhtu belki de. Kendisinin geçmişi, Azra'nın geleceğinin kesiştiği bir an. 
 

Bölümün en etkileyici sahnesi de bu kesişmeyi, bu iki hassas ruhun hayatlarının dönüm noktası olan olayların benzerliğini görebildiğimiz sahneydi. Azra'nın patlama haberini alarak koşup geldiği ve babasının cesediyle karşılaştığı, tüyleri diken diken ederek feryat ettiği anda, ona ulaşmaya çabalarken olayı duyarak gelen Cenk'in gördüğü manzara karşısında kendi dönüm noktasını, babasının ölüm anını hatırlayışıydı. İki ana karakterimizin hikayelerinin birleşmesi de aslında bölüm boyunca süren valiz-bavul kriziyle değil, bu ortak acı anıyla oldu. Cenk, artık Azra'ya karşı herkesten daha yakın hissediyordu kendini. 

 
Tesadüflerin biraraya getirdiği Azra ve Cenk'in benzeşen acıları, onların ayrı yollara gitmesine izin vermeyecek artık. Çaresizliğin, ileriye bakmaktan vazgeçip uçurumu seçmek zorunda bıraktığı Azra'nın yolu Cenk'le yeniden kesişecek. 
 
Azra'yı tüm umutsuzluğuna, yıkılmışlığına rağmen, başını uçurumdan kaldırıp yeniden ileriye, hayata bakmasına sebep olan o anla noktaladık ilk bölümü. Tedirgin olduğu için ona ancak, o uyurken sarılabildiği, elini ancak o uyurken tutabildiği kardeşi Mert korkuyla, umutla, güvenle sarıldı ablasının eline. "Elini bırakmamasını" isteyerek... 
 

İlk bölümde yaşanan hikaye genişliği, bu hikayeler işlenirken yaşanan odaklanma problemleri ve bazı kritik karakterlerin alt yapısız ve inandırıcılıktan uzak işlenişi gibi sorunlarına karşın, duygusal olarak gittikçe derinleşeceği belli olan Elimi Bırakma büyük bir potansiyele sahip.   

Azra'nın kardeşi için ayakta kalma mücadelesini ve yolunun yeniden kesişip birleşeceği Cenk'in kendisiyle barışması hikayesini izlemek için 2. bölümü merakla bekliyorum.

 

Bölüm özeti Oyuncu kadrosu Genel Bilgiler Haftalık Dizi Programı